13 Kasım 2009 Cuma

FossurGama Sunar: Kendimi Köpek Sanıyorum Doktor Bey

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesi. Parmaklıkların arkasında hatırı sayılır bir kalabalık toplanmış, elleri ağızlarında şaşkın mı şaşkın, şebelek gibi olan biteni izliyorlar. Diğer tarafta ise işler daha karışık. Kendini köpek sanan iki hasta ters dönüp götlerini bitiştirmek suretiyle cinsel ilişkiye girmişler. Tepelerine üşüşmüş hasta bakıcıların biri su döküyor, biri tekmeliyor, bir başkası "Allah belanızı versin," diye bağırıyor, falan filan. Fakat deliler her türlü baskıya göğüs girip ellerini yüzlerine siper ederek o muhteşem anın tadını çıkarmaya çalışıyorlar.

12 Mart 2009 Perşembe

FossurGama Sunar: Anlık Şeysiler: Hoppalaa!

Beşiktaş tribünleri ayakta. Uğultular kulakları sağır ediyor. Kapalı başlıyor tezahürata. Binlerce ağızdan gökyüzüne yükseliyor o muhteşem ses: “Siyaaah!
Ve karşılık geliyor diğer taraftan: “Saarıııı!”
Anında susuyor herkes. Çıt çıkmıyor stadda. Oyun da duruyor.
Ne kapalı anlayabiliyor bunu, ne de açık bölümde aynı anda aynı hatayı yapan on bin kişi.
Sadece birbirlerine bakınıyorlar aval aval!

FossurGama Sunar: Ortopedik Mortopedik

Ameliyattayız. Doçent Hakan Irak, özenle kestiği yerden kırık diz kapağını ayırmaya çalışıyor. Yardımcısı Sevtap ve hemşire Tülin de bacağı tutup, deriyi kaldırarak yardımcı oluyorlar ona. Kemik pensin ucunda dışarı çıkıyor.
“Lütfen tutar mısınız Sevtap hanım,” diyerek yardımcısına uzatıyor Hakan bey. Ve Sevtap kemiği eline alır almaz da var gücüyle bağırıyor. “Laaadeees!”
“Ay!” diyerek kırık diz kapağını savurup atıyor elinden Sevtap doktor. “Hay Allah yaaa! Vallahi de billahi de unutmuşum. Ha ha ha!”
Kemik duvara çarpıp yerde yuvarlanırken onlar kakara kikiri gülmeye devam ediyorlar.

FossurGama Sunar: Bir Şey!

Belinden üçüncü kez hamle yaptıktan sonra sıkıntıyla suratını buruşturup karısına bakıyor Necati. “Hayatım,” diyor. “Girmiyor. Bir şey var…”
“Aaaa, tüh,” diye elini alnına vuruyor Tülin. “Bugün şey yaptım da, içerde unutmuşum şeyi. Hay Allah! Kafa işte…”

FossurGama Sunar: Yukarıdan Gelen

Kalabalığın akışında durmuş, ağızlarından soluklar saçarak birbirine bakan bir çift var. “Bırak yakamı, bıraak! Yeter artık be!” diye çığlık atıyor kadın. Ve “Ulan, seni yaşatmam lan, öldürürüm lan seni, Allahıma öldürürüm,” diyor adam. Kalabalık haşırt, diye açılıyor iki taraftan da. Elinde ucu açık bir çakı tutuyor adam ve pörtleyen gözlerindeki öfke, ortaya koyduğu tehdidi gerçekleştirmeye oldukça yakın olduğunu gösteriyor.
O sırada, ansızın bir koyun iniyor yanlarına.
Bir koyun!
Meliyor ve çifte bakıyor huzur dolu bir suratla.
Orada, olaya bir şekilde şahit olmuş herkes bakışlarını gökyüzüne kaldırıyor, ardından tekrar koyuna indiriyor ve bu işte çok büyük bir yanlışlık olduğunu düşünüyorlar. Hem de çok!

FossurGama Sunar: Anlık Şeysiler: Fal

Kadınların toplandığı bir salon canlandırın gözünüzde. Yaşlıca bir kadın, elinde bir kahve fincanı, dikkatle bakıp, gördüğü dedikoduları aktarıyor pastaları, çörekleri ağızlarına tıkıştırmış merakla kendisini dinleyen kadınlara. Evet, yanlış duymadınız, geleceği değil, mahalleden dedikoduları!
Ha ha!

FossurGama Sunar: Kızı Alacak

Aşağıda en az iki yüz kişi toplanmış, var güçleriyle bağırıyorlar. “Bu kızı alacaz başka yolu yok!” Yumruklar havada, sokak hıncahınç dolu. Bazı esnaf kepenklerini indirmiş, çekilmiş ortalıktan
Az sonra bir başka slogan başlıyor. “Büyük Ayten kızını Cemal’e Ver!”
Perdeyi az aralamış bakan adam Peri’nin babası Hasan bey. Salonun kuytularında, ortalıktan yokolmak istercesine büzüşmüş ağlayan karısı Ayten’e dönüp, “Eşşeoğlueşşeğin de ne arkadaşı varmış be,” diyor. “Bir şeyler yapmak lazım hanım. Bu işi bırakacakları yok. Konu komşuya rezil olduk. Versek mi acaba kızı?”
Bir şey demiyor. Gözlerini kapatıp, koltuğa çökerek ağlamaya devam ediyor Ayten hanım…

2 Şubat 2009 Pazartesi

FossurGama Sunar: Tiyatro

Shakespeare’in Macbeth’ini oynayan bir özel tiyatro! Hem de Üsküdar'da!
Duyduğu şaşkınlığın itici gücüyle bileti alıp içeri dalan Murat Ak, hayal kırıklığına batmış buruşuk suratıyla oyunu izliyordu. Tam da tahmin ettiği gibiydi her şey. Malca bir amatörlük paçalarından akıyordu oyuncuların. O bir yana, içeriye doluşan güruh da bir garipti. Aralarında fısıldaşıp duruyorlar, ikide bir dışarı çıkıp çıkıp tekrar dönüyorlardı yerlerine. Sadece bunlar mı? Daha da bir sürü dangalaklık. Bu ne cüretti ama. Tiyatro mezunu oldukları bile tartışılacak bir sürü salağın Shakespeare oynamaya soyunması. İnanılacak gibi değil!
Bunları düşünüp, oradan bir an önce kaçmamak için kendini zorlarken birden bir şeyler değişiverdi.
Önce zil çaldı dışarıda. Hafifçe. Ardından da telaş geldi. İçeriye bir sürü insan doluştu. Işıkların seviyesi azaldı.
Ve oyuncular bir çırpıda soyunup, birbirlerine yumuldular şapır şupur.
!!!
Şimdi anlamıştı olan biteni. Tiyatro oyununda araya parça alıyordu herifler!

22 Ocak 2009 Perşembe

Fossurgayan Diyaloglar

“Yüzbaşım yüzbaşım, dışarda 300 kişi toplanmış, sizi soruyorlar.”
“O tabur salak, içtimaya çıkmışlar, yıkıl karşımdan!”

“Yılan kafesine düşünce hemen elimdeki suyu içmeye başladım ama yine de ısırdı orospu çocuğu.”
“Oğlum o laflara ne inanıyon sen. Kaçacaktın hemen.”

“Bakar mısın küçük, Konur sokağa nasıl gidebiliriz?”
“41°22′11.89 enlemi ve 36°12′13.47 boylamında amcacım.”

“Biliyor musun Ali. Süper güçlerim olsa karımı dövmeyi bırakırdım. Evet, kesinlikle yapardım bunu.”

“Doktor bey, bu bizim işimiz değil ki, kafatasının içinde sadece bağırsak var hastanın.”
“Doğru, dahiliyeye gönderelim kendisini de, benim merak ettiğim, götünde ne var bu adamın?”

21 Ocak 2009 Çarşamba

FossurGama Sunar: Nerede Bu Adam?

Saçı başı dağılmış, telaş içinde odadan fırlayıp sekretere baktı adam.
“Onur bey kayboldu!”
“Nasıl yani?” diye sordu Hülya Selin, elindeki gazeteyi bırakıp. Psikiyatrist Onur Abilik için çalışıyordu dört yıldır ve ruhsal sorunlara sahip insanlarla çalışırken laflarını ciddiye alıp telaşlanmak için fazlasıyla sebep olduğunu bilirdi. Hızla yerinden çıkarken, gözlerini pörtletmiş onlara bakan diğer hastalarla yakınlarını paniğe sevketmemek için sesini kısarak ekledi. “Kayboldu ne demek?”
“Bilmiyorum. Galiba bilinçaltımda kayboldu.”
“Saçmalamayın beyefendi,” diyerek hızla odaya yöneldi Hülya Selin. “Buradadır. Onur beey!”
Sesine cevap gelmemesi bir yana oda da boştu. Yine de her tarafı fıldır fıldır taradı. Saldırmış olabilir miydi bu adam doktora?
“İnanmıyor musunuz bana?” diye bağırdı hasta hafif sinirlenerek. “Yok işte. Kayboldu birden. Kafamda duyuyorum çığlıklarını. Bakın bağırıyor! Küfrediyor. Ama ben sokmadım ki onu. Kendisi araştırmak istedi bilinçaltımı.”
Pencereyi açıp aşağıya bakan Hülya Selin eli ayağı boşanmış bir halde dönüp hastaya baktı. Ne düşüneceğini ne yapacağını bilemiyordu şimdi. Karışmıştı birden kafası. Çok saçmaydı bu. Çok saçma! Evet. Çok saçmaydı…

FossurGama Sunar: Hacker

Almanya’dan bir iş için iki günlüğüne gelmişti Taylan. Toplantıları, görüşmeleri bitirdikten sonra lise arkadaşı Mesut’la buluşup yemeğe gittiler, güzelce hoşbeş ettikten sonra ikisi de gece yaşantısından pek hazzetmedikleri için eve döndüler. Evin hanımı Serap’ın getirdiği kahveleri yudumlarlarken Mesut kumandayı eline alıp televizyonu açtı. Bir haber programıydı. Çok önemli bir memleket meselesini tartışmak üzere, bir astrolog, bir türbanlı kadın, bir köşe yazarı, bir de eski milletvekili çıkarmışlardı. Bir süre dinlediler ama işin doğrusu Mesut hiçbir şey anlayamamıştı. Gereksiz bir tartışma dönerken, konuklar ve telefonla canlı yayına bağlananlar alenen saçma sapan konuşuyorlardı.
“Ne bu yaa, olaylara bu kadar sığ mı bakılıyor artık bu ülkede?” diye sordu Mesut’a.
Mesut da sanki bu soruyu bekliyormuş gibi sıkıntıyla döndü cevap vermek üzere ama tam da o sırada bir şeyler oldu.
Taylan olan biteni nasıl tanımlayabileceğini bilmiyordu. Yüreği ağzında, yüzü acıyla buruşmuş izlerken elleri kanapenin kolluğuna geçmişti. Canlı yayında birden bir herif belirmişti. Evet, iri yarı bir herif. Elindeki elektrikli testereyi havaya kaldırıp gülerek ilerlemiş ve önce programın sunucusunu katletmiş, sonra stüdyoda diğer konukları kovalamaya ve yakaladığı yerde de doğramaya devam etmişti. Ekrana kanlar sıçrarken midesi bulanan, eli ayağı kesilen Taylan gözlerini kapattı. Bayılacak gibi olmuştu.
Tam da o anda elini tutup ona sarıldı Mesut.
“Yok bir şey oğlum,” dedi. “Sakin ol.”
“Nasıl yok yaa, görmüyor musun? Bu ne!” diye bağırdı Taylan.
“Abicim,” dedi Mesut. “Yeni bir hacker türedi. Televizyon virüsü bulmuş pezevenk. Programları böyle piç ediyor.”
“Ya konuklar? Hepsi öldü!”
“Yok be yaa, sadece televizyon görüntüsünde ölüyorlar. Domuz gibiler, merak etme.”
İçeri giren Serap, “Ay yine mi hacker çıktı?” diye sordu.
“Ama ama,” diyordu hâlâ Taylan. “Canlı yayında nasıl olabilir!!!!!”

20 Ocak 2009 Salı

FossurGayan Diyaloglar

“Arkadaşım. Dönerciler adam çeksin diye havalandırmadan kokuyu dışarı veriyor doğru. Ama senin tuvaletçi olarak bunu yapman hangi anlayışa sığıyor? Yazık değil mi yanındaki dükkanlarda çalışanlara!”
“Olur mu abicim. Kokuyu duyan geliyor işte. Müşterim ikiye katlandı sen hâlâ ne diyosun.”

“Aaa!”
“Nooldu?”
“Nüfus cüzdanınızın sağ alt köşesinde ben var. Biz kardeşiz!”

“Ben yakayım mı sigaranızı, uzun süredir öylece bekliyosunuz.”
“Yok şimdi yıldırım düşecek, zahmet etmeyin.”

“Lütfen beyefendi, ameliyatta sigara içemezsiniz!”
“Genel anestezi yapsaydınız o zaman yavşak. Zaten stres yapmışım, bi de sigara içemeyecekmişim…”

“Pardon, köpekle girmek yasak!”
“Aaa karıma köpek diyor. Gerizekalıya bak! Ben de seni buradan kovdurmazsam...”
“Şey, yanlış anladınız, özür dilerim, kürklü falan, bi de ufak tefek olunca zannettim ki...”

“Sağır dilsizsin diye beni duymazlıktan gelmeye hakkın yok, tamam mı!”

“Noel Baba. O sırtındaki hediyeler var ya.”
“Evet oğlum.”
“Hepsi kıçına girsin!”

“Bunun dinle falan ne ilgisi var kızım? Kot pantalonun üstüne jartiyer giymen saçma bi şey, onu diyorum.”

“Evinizde tilki var.”
“Biliyoruz, kapan kurduk mutfağa, bugün yarın yakalanır.”

FossurGama Sunar: Neyin Peşinde Bu?

Kemal, camın diğer tarafında tıpış tıpış önünden geçen o kediyi görünce yemeğini falan bırakıp ayağa kalkmıştı. Sevgilisi nereye diye sormuş, o da hiç arkasına dönmeden, hemen geliyorum hayatım diyip dışarı atmıştı kendini. Allahtan gördü yine onu. Kuyruğu havada binanın arka tarafına dolaşıyordu işte. Fazla ses çıkarmamaya gayret ederek, ayaklarının ucunda oraya seğirtti Kemal. Başını uzattığında kafasındaki sorular bir anda yere çakılıp binlerce parçaya ayrıldı. Manzara apaçık anlatıyordu her şeyi. Kafasını sağa doğru en az on kere sallayacaktı kedi ve anca ondan sonra yemeye başlayacaktı otu.
Demek karnı ağrıyordu zavallının.
Demek sevmiyordu bitki yemeyi ama hastalığı yüzünden mecburdu.
Ve demek, o yüzden lokantadan aşırıp oraya kadar taşımıştı tuzluğu!

9 Ocak 2009 Cuma

FossurGama Sunar: Tıkırtı

Kapı hafifçe gıcırdayarak açıldı. Gece bire yaklaşıyordu saat. “Baba, baba,” diye fısıldadı bir ses. Karanlıkta yataklarında doğrulduğu belli oldu birilerinin. Işık açıldı. Orada, kapıyı arkasından çekmiş duruyordu uzunca bir oğlan. Fahri. Yirmibir yaşında olsa da sivilcelerle doluydu hala yüzü.
“Nooldu oğlum?” diye onun gibi fısıldadı annesi de oğlunun yüzündeki dehşet ifadesini farketmiş olarak.
“Hırsız galiba,” dedi Fahri. “Tıkırtılar geliyor salondan.”
“Hay Allah,” diyerek yataktan fırlayıverdi Çetin bey. Terliklerini ayağına geçirip ilerledi kaşlarını çatarak. “Siz burada durun.”
Koridora çıkınca boynu omuzlarına geçti hemen, ayaklarının ucunda ilerledi. Mutfağın oraya gelince kafasını uzatıp baktı salona doğru. Kulağına bir şey gelmiyordu. Ayakkabı çekeceğini aldı eline. Aralığın ışığını yaktı. Yine ses yok. Birden daldı içeri. Dört bir yanı hızla taradı kalbi delice atarken ve o anda da yatışıverdi. Kimse yoktu etrafta. Dikildi. Suratı garip bir hal aldı. Hızla odaya döndü. Kapıyı açıp girince Fahri’nin yatağa uzanmış mışıl mışıl uyuduğunu gördü.
“Şşşt, uyudu,” dedi karısı.
Sinir içinde kafasını salladı Çetin bey. “Bir gün sopayı kapıp eşşek sudan gelircesine dövücem, anlıycak o zaman uyumayı.”
“Çetincim, lütfen,” dedi yine karısı. Yüzü öylesine vıcık vıcık bir anlayışla kaplıydı ki. “Korkmuş çocuk.”
“Eşşeoğlueşşek,” diyerek Fahri’nin odasına yöneldi Çetin bey. “Koca herif oldu, her seferinde ayrı bir numara.”
Yan tarafa doğru dönmüş, bir süre stresli bir şekilde babasının söylenmelerini dinledikten sonra gözlerini bu sefer gerçekten yumup huzur dolu bir uykuya gömüldü Fahri…

FossurGama Sunar: Hangisi Olsun?

Kız banyoya gitmiş, Kenan da o gerilimli anları televizyona bakarak tüketmeye girişmişti. Daha bu gece tanışmışlar, bir anda kızın evinde bulmuşlardı kendilerini. Heyecanlıydı biraz . Yatağın üstünde oturur pozisyonda sallanıp duruyordu. Çevreyi gözden geçirmeye başladı sonra. On saniye geçti geçmedi, ayağa kalktı. Temkinli adımlarla yürüdü. Duvarda gördüğü küçük dolap dikkatini çekmişti. Önüne kadar gelince bir an için banyodan gelen sesleri dinledi. Su sesi kesilmişti. Ellerini uzattı ama. Dolabı açtı ve her yanı ürperiverdi bir anda. Ağzı ardına kadar açık, yanlışlık olmasın diye bir iki kez kırptı gözlerini. Ama bir hata yoktu. Orada en az on tane kadın cinsellik organı duruyordu. Ellerini uzatıp elledi. Plastik falan değillerdi. Korkuyla çekti kolunu geriye. Normal deriye o kadar benziyordu ki. Bulandı midesi...
"Beğendin mi?"
Yerinde zıplayıp büyük bir korkuyla arkasına döndü ve kızın kapıda durmuş şuh bir gülüşle kendisini süzdüğünü gördü.
"Hangisini takayım bu gece. Sen seç."

FossurGama Sunar: Isıtıcılar

Altını yırtık pırtık çuvalıyla sağlama almış, üstüne gazeteleri çekmiş evsizin morluklara batmış zavallı gözleri o buza kesmiş kış gecesinin ayazında birden açılıverdi. Sıcaktı. Evet. Sobanın önüne konmuş bir mum gibi hissediyor, terler pislikle kaplanmış sakallarına iniyordu. Gazeteleri atarken ve sık sık soluyarak başını kaldırmaya çalışırken ışığı da farketti ve zorlukla dikildi olduğu yerde.
Böylece gördü, çevresine eşit aralıklarla dizilmiş altı hintli rahibin, kendilerini yakmış, onu ısıttığını...

7 Ocak 2009 Çarşamba

FossurGama Haberler

Taksimde Özgürlükçü Demokrat Aydınlar Vakfı tarafından düzenlenen sevgi çemberinde olay çıktı. Binlerce kişinin yaralandığı kavga polisler tarafından zorlukla bastırıldı.
FGH – İstanbul

Acılbık Hastanesi’nden ameliyat sırasında kaçan bir hastanın peşini bırakmayan ameliyat ekibi, Anıl Kara adlı kişiyi Taksim’de yakaladı ve orada hiç beklemeden operasyonu tamamladı. Bir pastaneden elektrik alarak, yurttaşların alkışları eşliğinde açık havada gerçekleştirilen ameliyatın iyi geçtiği, hastanın bir hafta içinde iyileşip istediği yere kaçabilececeği açıklandı.
FGH – İstanbul

İngiliz bilimadamları, geliştirdikleri yöntemle artık kemiksiz insan üretebileceklerini, böylece yeni neslin günümüz koşullarına daha iyi uyum sağlayabileceğini söylediler.
FGH - Londra

İtalya’da geleneksel makarna bisiklet turunda geçen yıl yaşanan facianın, yani otuza yakın bisikletçinin uçuruma düşmesinin, ailesinin kendisine bisiklet almadığı küçük bir çocuğun nazarından olduğuna inanılıyordu. Bu sene, bisikletçiler, organizatörlere açıkça, Antonio adındaki bu çocuğa bisiklet hediye edilmediği takdirde yarışa katılmayacaklarını bildirdiler. Tüm İtalya ve Antonio sonucu bekliyor.
FGH – Roma

Kraliçe arıyla çiftleşmek için şeyini kovana sokan Alain Gilbo adındaki kişi, bir yıllık komanın ardından uyandı. Yetkililer, yaşadığı talihsiz kazanın ardından cinsel organı bir metreye ulaşan Alain Gilbo’yu porno sektöründe güzel bir geleceğin beklediğinde hemfikir.
FGH – Paris

Vantrolog Sebastian Veller, midesinden değil de kıçından konuştuğu ortaya çıkınca tutuklandı.
FGH – Berlin

Koyunları çitten atlatıp sayarak uyumanın, hayali de olsa hayvan eziyetine girdiğini iddia eden Hayvan Hakları Örgütü’nün uluslararası mahkemede açtığı dava sonuçlandı. Koyunların çitten atlamak gibi bir kabiliyetleri olmadığını, böyle bir saçmalığı zorla yapmak zorunda bırakılmalarının insanlık dışı olduğunu söyleyen yargıç Stanford All, bundan böyle kimse koyun sayarak uyuyamayacağını, ihbar alındığı takdirde mahkemenin gerekeni yapacağını söyledi.
FGH – Washington

FossurGama Sunar: Ahmet Bilen Adında Biriyle Onbeş Yabancının Hikayesi

Bu Ahmet Bilen adındaki akıl fakiri huysuz bir adamın hikayesidir. Kendisi saat yedi sıralarında bir müzikhole gitmiş, orada iki uzak köşeye yedi sekiz kişi sıkışık bir şekilde oturmuş pis pis birbirlerine bakan iki gruba aldırış bile etmeden tam ortalarındaki masaya oturmuş ve havalı bir hareketle garsonu çağırmıştır. Silahlı çatışmanın çıkmasına ramak kalmış o kritik anda, kıçı yusuf yusuf atan garson isteksizce Ahmet Bilen’in yanına gelmiş ve kendisi bira ve patates kızartması isteyince şöyle demiştir: “Ağbi başka bir yere gitsen sana zahmet. Biramız biraz şey bugün.”
Buna karşılık “Ne şeyi arkadaşım,” demiştir Ahmet Bilen gözlerine öfke yürürken. Bi de kaşı gözü oynamaktadır garsonun. “Ben her zaman buraya gelirim bira içmeye. Şey ne demek!”
“Ağbi,” demiştir garson. Zavallı, bir şeyler ima etmeye çalışmakta ama on beş kişinin otuza yakın gözü kendisini izlerken fazla da açık verememektedir haliyle. “Öhhö. Yanlış anlama ama yok yani bira.”
Gözleri kısılmış ve dudaklarını kemirerek bakmıştır Ahmet Bilen. “Taşak mı geçiyosun oğlum sen benle? Sikerim bak bi tarafını. Çağır bakayım sen bana işletmeciyi.”
Garson telaşla çevrelerini sarmış öküz gibi bakan iki grubu şöyle bir sözmüş ve sesini kısarak “Ağbi, bi dakka dışarı gelsene.” demiştir
Sanki bu lafı bekliyormuş gibi şak diye garsonun gömlek yakasına yapışıp kendine çekmiştir Ahmet Bilen. “Oğlum sen arıza mısın lan. Naapçaksın lan dışarıda. Burada yap hadi. Yavşak!”
Sadece bu huysuz müşterinin kendisini sarsıp durmasından değil, aslında ölüm korkusundan da bir hayli huzursuz olmuş garson tabi ki dil döküp kurtulmaya ve bir an önce oradan fıymaya çalışmaktadır.
“Tamam ağbi,” demiştir sonunda pes ederek. “Özür dilerim, hemen getiriyorum. Tamam ağbi, bırak lütfen. Haklısın. Hata ettim.”
Bırakmıştır Ahmet Bilen ama susmamıştır. Arkasından saydırmaya devam etmiştir garsonun. “Piçe bak yaa. Bu saatte canımı sıktı. Ama dur. Ben onun anasını sikecem. Artık işsizsin pezevenk. Duyuyo musun? Kimle dansettiğini biliyor musun lan sen! Amcık. On beş saniye sonra önümde olacak o bira. Yoksa geliyorum yanına! O kadar.”
Masaya yumruğunu indirirken sandalyelerinden kalkmış adamları görmüştür. Tepeden kendisine bakmaktadırlar ve o dert anlatmaya çalışır onlara. “Görüyo musun arkadaşlar. Durduk yerde insan nasıl katil oluyor!”
“Görüyoz amına koyayım,” deyip silahını çekmiştir pos bıyıklı bir herif ve diğerleri de onu taklit etmiştir.
Ahmet Bilen’in son gördüğü üstüne ölüm kusan silahlar değil, yine, elinde bira, biraz ötede durmuş acıklı gözlerle kendisine bakan garson olmuş ve son küfrünü de ona göndermiş gibi olmuştur. Fakat aslında silah sesleri başlayıp, vücudu dağlanınca, can korkusundan küfür çıkmıştır ağzından.
“Oh be, sonunda sesi kesildi dalyarağın,” diyen kel kafalı, şişko adam da pos bıyıklının düşmanıdır. Ama yerdeki herifi iki üç kere vurup rahatladıkları, streslerini iyice attıkları için hep beraber masalara oturup anlaşamadıkları konuyu uzun uzadıya tartışmışlar ve barışa kavuşup mekandan öpüşerek ayrılmışlardır.
Ahmet Bilen mi? Oraya gömülmüştür ve garson, müzikholde çalıştığı süre boyunca her gün saat yedide bir bira dökmüştür mezarının üstüne denk gelen karonun aralığına…

...