26 Haziran 2010 Cumartesi

FOSSURGAMA SUNAR – İki Başına

İçeride tek başına oturuyor Ahmet. Üzerinde bir atlet. Altında bir pijama. Ayaklarında terlikler. Ne zamandır yıkanmamış, kokuyor. Saçları dağılmış, gözlerinde çapaklar. Söyleniyor biteviye. O sırada açılıyor kapı. Şık, tiril tiril içeriye giriyor kendisi.
“Naaber koçum,” diyor keyifle, ceketini askıya atarken.
Ayağa doğrulurken küfredermiş gibi “Nerdesin lan, gerizekalı,” diyor Ahmet.
Anlamazlığa geliyor kendisi. “Nerdeymişim?”
“İki gün oldu lan götoş, nerdeymiş.”
“Valla hiç farketmemişim. Kahvede oyuna kaldım gece. Ama harbiden, çok güzel dışarısı. Zor girdim valla ana kapıdan. Şu haline bak be! Biraz kendine dikkat eder insan. Çık hadi. Hamama git.”
“Soyun hadi lan, hasta etme adamı. Çıkmayıp naapacam? Seni bekliyoz işte.”
“Kızma koçum,” derken soyunmaya başlıyor kendisi. “Sanki sen hep vaktinde dönüyon. Allahsız herif!”
Bir çabuk değişiyorlar üstlerini.
“İyi oldum mu?” diyor Ahmet önce üstüne başına sonra kendisine bakarak.
“Parlıyorsun yavrum, hadi yallah!” diyor kendisi. Yatağa oturmuş bakıyor gülerek. Gözlerinden uyku akıyor.
“Yaramazlık etme, bak, şikayet gelirse bozuşuruz,” diyerek kapıyı açıyor Ahmet. Sanki kulaklarında neşeli bir türkü dönüyormuşçasına hoplaya zıplaya ilerliyor. Doktorların arasından geçerken “Görüşürüz abiler, ben bir iki güne kalmaz dönerim,” diyor ama kimse cevap vermiyor ona. Yüzüne bile bakmıyorlar.
Çıkıyor Ahmet dışarı. Taze havayı içine çekiyor. Gökyüzünün mavisine bakarken kikirdiyor. “Tam gezmelik hava be. Şöyle bir Sarayburnu’na uzanayım,” diyor. “İnanılır gibi bir herif değil bu da ha! Bu havada kahveye tıkılıyor gerizekalı!” Ve bahçenin beton yolunda uzaklaşıyor şık giysileriyle...

Hiç yorum yok:

...