9 Eylül 2012 Pazar

Sen!

El frenini kökleyip aşağı iniyor Hasan. Ağzından gelişigüzel dökülüyor, "Ulan, senin ananı avradını, ecdadını." lafları.
Bu sırada diğer arabadan da küfürlerle iniyor bir tip. Elinde kriko, yüzü mosmor. İki adım atıp duruyor ikisi de.
"Sen," lafı dökülüyor ağızlarından.
Daha dün trafikte tekme tokat birbilerine giriştiklerini, esnafın araya girmesiyle barışıp öpüştüklerini hatırlıyorlar.
"Bilader, ben de başkası sandıydım," diyerek bir kahkaha patlatıyor Hasan.
"Kusura bakma koçum, trafik işte, sinirlerine hakim olamıyor insan," diyor diğeri.
Dönüp arabalarına biniyorlar, evdekilere falan selam söyleyip. Kornayla selamlaşmayı da ihmal etmiyorlar uzaklaşırken."

İhbar

"Başkanım, götünüze bomba sokulduğu ihbarını aldık, sakın kalkmayın yerinizden, hemen geliyoruz."
"Ulan, ben de neden kaşınıyor diyorum."

25 Ağustos 2010 Çarşamba

FossurGama Sunar: Trafikte Bir Deli Kamyon

Beşinci saatin sonunda... Birden içi geçiveriyor Kamil’in. Başı yana düşüyor ve kalkmıyor bir daha. Derin derin nefes alırken, döşemenin altından hızla akıp gidiyor yol ama farkında değil o, uyuyor mışıl mışıl. Son hızla önündeki otobüse yaklaşıyor araç. Rüyasında bir odada oturuyor o. Çay getiriyor karısı. Halının üstünde oğluyla kızı ilk kez itişmeden, mutluluk içinde kızma birader oynuyorlar. İhtiyar bir adam giriyor o sırada kadraja. Elindeki televizyonu sehpaya yerleştiriyor önce. Sonra çöküp playstation’ın bağlantılarını yapıyor. Ardından kalkıp yanına geliyor ve elinde bir anda beliren direksiyonu uzatıyor. “Al oğul, seninle oyun oynayalım biraz,” diyor gülerek. Görüntüye bakıyor Kamil. Ekran ikiye bölünmüş. Üstte, ön panelden kamyonunun son hızla bir araca yaklaştığını görüyor ve eline joypad yerine tutuşturulan direksiyonu hiç düşünmeden çeviriyor. Kıvrılıp sol şeride geçmesiyle bir Renault’nun yaklaştığını görüyor ileriden. Deli gibi korna çalıyor sürücü. Hızı kökleyip son anda atıyor kendini sağ şeride. O sırada ihtiyar adam, BMC kamyonuyla yanından el sallayarak geçiveriyor. Koltukta dirseğiyle kendisini dürtüyor aynı anda. “Hızlan oğul, kaplumbağa gibi gidiyorsun yahu.”
Rüyadan çıkıp o dehşet verici gerçekliğe dönersek: Karşıdan gelen sürücülerin bazıları, atari oyunundaymış gibi delice bir hızla araba sollayan şu kamyondaki başı yana düşmüş, salyalarını tutamadan mışıl mışıl uyuyan sürücünün yanından geçer geçmez yan şeride çekiyorlar hemen arabalarını. Elleri ayakları tutmuyor çünkü.

FossurGama Sunar: Seks Sonrası

Tere batmış, yana devriliyor Hüseyin. Kız arkadaşının uzattığı sigarayı alıp ağzına götürüyor. Yakmadan önce keyif dolu bir nefes salıyor odanın ağırlaşmış kokusuna. Bir eli yanındaki çıplak bacağa konuyor. O sırada birden patlıyor sigara, ağzını burnunu kahverengiye bulayarak. Öfkeden ne yapacağını bilemiyor. Ayağa fırlıyor hemen.
“Eeeh ama Tülay, sikicem şu şakalarını haaa,” derken kız kendini yere atmış, kasıklarını tutmuş kıkır kıkır gülüyor...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

FossurGama Sunar: Sözlü Zamanı

“Eveeet çocuklar, bugün sözlü yapıcağımı söylemiştim,” diyor Nejat öğretmen ve nedense sıkıntıyla, hatta alnından boncuk boncuk terler inerken sınıfı süzmeye girişiyor. Hiç notu olmadığını yönetim görürse başı belaya girecek, biliyor. “Hay Allah,” diyor içinden. “Kabul eder mi bugün acaba?”
Tam da o anda, “Bana bakma, ecdadını sikerim senin,” diyor dipte oturmuş, önündeki at yarışı bülteninden kafasını kaldıran herif. “İşim gücüm var şimdi.” Ellili yaşlarda. Gözleri alkolden kıpkırmızı. Traşsız ve oldukça sinirli görünüyor.
Gülüşüyor öğrenciler.
“Allahım,” diyor Nejat öğretmen yine içinden. Yutkunup önüne bakıyor çaresiz ve başına gelen şanssızlığa söverek tahtayı silmeye girişiyor. “Ne suçum vardı da bu sınıfa verdin beni?”

FossurGama Sunar: Konuştur Konuşturabilirsen!

“Evet bekliyorum,” diyor polis Sinan rahat bir ifadeyle arkasına yaslanırken. “Burada seni sonsuza kadar tutabiliriz, bunu biliyorsun. Ayrıyeten nazik davranacağımızı falan da sanma.”
Zanlının yüzüne öyle bir vuruyor ki ışık, ampul yuvasından fırlayıp yüzüne konmuş gibi görünüyor. Korku dolu gözleri fıldır fıldır dönüyor yuvalarında. Efendice bir adam olduğu her halinden belli. Dudaklarının titremesini engelleyemiyor.
“Konuşacaksın,” diyor Sinan laflarının üstüne tehdit dolu vurgularla bastırarak. “Sike sike konuşacaksın. Anlıyor musun beni!”
Ve o anda, şak diye karanlığa batıyor oda. Gürültüler geliyor. İskemle çekiliyor. Söyleniyor Sinan. Yanıyor gaz lambası.Titrek ışık yüzlere konuyor tedirgin.
“Hay anasını kardeşim yaaa, saat başı kesintiyle ben nasıl etki yaratıcam heriflerin üstünde?” diyor Sinan kafasını sallayarak. “Böyle sorgu mu yapılır? ”

FossurGama Sunar: Bulutlar

Kalabalıklar dışarı uğramış gökyüzüne bakıyor. Kafaları karışık. Tanrı kendilerine ne demek istiyor, dut yemiş bülbül gibi düşünürlerken bazıları eşhedüenlaa, diye sayıklıyor, bazıları ıstavroz çıkarıyor. Yüzlerce bulut, el işareti şeklinde geçip gidiyor üstlerinden...

FossurGama Sunar: Burun!

Yığınla insan. Bazıları ağzını kapatıyor, bazıları kasıklarını tutuyor. İki büklüm, kendilerini engellemekten aciz, kıkır kıkır gülüyorlar. O sırada! Birden kırmızı burnu düşüveriyor palyaçonun ve şak diye ciddileşiyor insanlar. Sinirli, öfkeli, buz gibi bakarken üstlerini başlarını düzeltiyorlar cıkcıklayarak...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Doğru Bilinen Yanlışlar ya da Tersi

Her yanına acı biber sürersen aslanlar seni yiyemez.

Hafıza kaybı yaşayan birisi harama uçkur çözmez.

Hızlı okuma tekniğiyle yüksek tirajlı gazete okumak deliliğe yol açar

Kan tutanlar salçalı yemek yiyemez

Alkolü düşünmek bile promili 0.20 arttırır.

Çalar saat kullanarak horoz eğitmek mümkündür.

Namaz kılarken ereksiyon olana cennette transeksüel düşer.

Fal kaparken aklından kötü bir şey geçerse, o kesinlikle çıkar.

Ağlayan adama timsah dokunmaz.

-

28 Haziran 2010 Pazartesi

FossurGama Sunar: Dinleyen Kim!

“Allahın belasıııı! Sapııık! Görürsün bak, buldurucam telefonunu, polise vericem, canına okutacam!” falan diye ciyak ciyak bağırıyor Belma. Bilmiyor ki karşısında bir süredir ahlayan, ohlayan, inleyen adam kocası. Tam konuşacakken kalp krizi geçirmiş, yerlerde sürünüyor şimdi, derdini anlatmaya çalışıyor zavallı. Ama dinleyen kim!

26 Haziran 2010 Cumartesi

FOSSURGAMA SUNAR: Süs Merakı

Gözlerine öfke yürümüş, şiş yanakları kıpkırmızı olmuş üçüncü kapağı da açıyor yılların morg sorumlusu Numan bey.
“Bu ne oğlum?” diye soruyor sonra. “Şaka mı bu?”
Utana sıkıla duruyor genç adam. Ne diyeceğini bilemiyor. Kafasını yere eğmiş, “Özür dilerim,”den başka bir şey çıkmıyor ağzından.
Ölüler öylece yatıyorlar soğuk, parlak alüminyumun üstünde. Her birinin kıçlarında kıpkırmızı parlıyor karanfiller.

FOSSURGAMA SUNAR: Piyango

Ne zamandır gelmemiş Tahsin’in evine. İki çocuğu ve karısı Nermin gülerek kendisine bakıyorlar. Sofra harika görünüyor. Yemeklerin kokusu burnuna dolarken salona giriyor o peşlerinden. Tam iskemlesine oturacakken, duvarı boydan boya kaplamış onlarca çerçevenin arasında bir şey çarpıyor esnaf gözüne. Bir milli piyango bileti. Üç yıl öncesinin. Çerçeveletilip komodinin üstüne asılmış o da.
“Bu ne oğlum?” diyor Tahsin’e. “Anısı falan mı var?”
“Ona büyük ikramiye çıktı,” diyor Tahsin.
“Büyük ikramiye mi?”
“Evet. Bir trilyon.”
Kafası karışıyor onun. Sevinecek, tebrik edecek ama garipliğin de farkında. Tereddütle soruyor: “Nasıl yani? Bileti geri mi verdiler?”
“Yok, parayı almadık,” diyor Tahsin. “Bizim için manevi değeri daha önemli be dostum. Duvara para mı asıcaz?”
Yutkunuyor o. Nermin hanıma, Tahsin’e, sırıtıp duran küçük çocuklara bakıp bir daha yutkunuyor. Tekrar bilete bakıyor sonra. Bir şey diyemiyor.

FOSSURGAMA SUNAR – İki Başına

İçeride tek başına oturuyor Ahmet. Üzerinde bir atlet. Altında bir pijama. Ayaklarında terlikler. Ne zamandır yıkanmamış, kokuyor. Saçları dağılmış, gözlerinde çapaklar. Söyleniyor biteviye. O sırada açılıyor kapı. Şık, tiril tiril içeriye giriyor kendisi.
“Naaber koçum,” diyor keyifle, ceketini askıya atarken.
Ayağa doğrulurken küfredermiş gibi “Nerdesin lan, gerizekalı,” diyor Ahmet.
Anlamazlığa geliyor kendisi. “Nerdeymişim?”
“İki gün oldu lan götoş, nerdeymiş.”
“Valla hiç farketmemişim. Kahvede oyuna kaldım gece. Ama harbiden, çok güzel dışarısı. Zor girdim valla ana kapıdan. Şu haline bak be! Biraz kendine dikkat eder insan. Çık hadi. Hamama git.”
“Soyun hadi lan, hasta etme adamı. Çıkmayıp naapacam? Seni bekliyoz işte.”
“Kızma koçum,” derken soyunmaya başlıyor kendisi. “Sanki sen hep vaktinde dönüyon. Allahsız herif!”
Bir çabuk değişiyorlar üstlerini.
“İyi oldum mu?” diyor Ahmet önce üstüne başına sonra kendisine bakarak.
“Parlıyorsun yavrum, hadi yallah!” diyor kendisi. Yatağa oturmuş bakıyor gülerek. Gözlerinden uyku akıyor.
“Yaramazlık etme, bak, şikayet gelirse bozuşuruz,” diyerek kapıyı açıyor Ahmet. Sanki kulaklarında neşeli bir türkü dönüyormuşçasına hoplaya zıplaya ilerliyor. Doktorların arasından geçerken “Görüşürüz abiler, ben bir iki güne kalmaz dönerim,” diyor ama kimse cevap vermiyor ona. Yüzüne bile bakmıyorlar.
Çıkıyor Ahmet dışarı. Taze havayı içine çekiyor. Gökyüzünün mavisine bakarken kikirdiyor. “Tam gezmelik hava be. Şöyle bir Sarayburnu’na uzanayım,” diyor. “İnanılır gibi bir herif değil bu da ha! Bu havada kahveye tıkılıyor gerizekalı!” Ve bahçenin beton yolunda uzaklaşıyor şık giysileriyle...

FOSSURGAMA SUNAR – Paraşüt

Yerin kahverengisi hızla yaklaşıyor. Rüzgar yanaklarını zımparalıyor. Vakit geldi. Yanında mavili kırmızılı yükseliyor arkadaşları. Açıyor paraşütünü Serdar ve birden ne olduğunu anlayamadığı bir gariplikle karşılaşıyor. Debeleniyor bir şeyler sırt çantasında. Asılıyor o yine ipe. Bir hayvan bağırışı. Tam arkasında!. İçi boşalıyor onun. Yere bakıyor. Can havliyle bir daha çekiyor ipi. Flop sesi gelmiyor. Yırtılıyor çanta. Gaklayarak kafasını uzatıyor bir şeyler. Ama kaçacak yeri yok onun. Sırtındaki çantadan ayaklarına ipler takılmış iki akbaba çıkıp gökyüzüne yükseliyor önce. Ve hemen bağlı oldukları çantayla, yani Serdar’la birlikte yere çekiliyorlar. Ne kadar kanat çırpsalar da kesilmiyor düşüşleri.
“Bu şakaysa, nasıl bir şaka?” diye soruyor kendine Serdar. Ve bağırıyor arkasından. “Nasıl bir şaka ağzına sıçayım!”

FOSSURGAMA SUNAR – Oracıkta Şak Diye

Birkaç kez rahatsız, yatağın içinde dönüyor Murat. Açılıyor sonra gözleri. “Öff!” diyor istemsizce. Burnuna dolan koku onu ayağa dikiyor anında. Yana uzanıp ışığı açıyor ve karısını görüyor. “Yaa, Aynur yaaa!” derken ayağa kalkıyor hemen. Kimbilir kaçıncı bu! Uyurgezer Aynur. Genelde ilk yaptığı da pijamasını indirip çömelmek ve sıçmak oluyor yatağın üstüne...

FOSSURGAMA SUNAR – İskemledeki Adam

Yaklaşıyor Metin. Duyduğu tiksintiyi belli edecek şekilde buruşmuş yüzünde merak da var. Sandalyede oturan adamın sadece gözleri görünüyor. Kalan her yan simsiyah. Önündeki çay çoktan soğumuş. Uzatıyor elini Metin.
“Tarık ağbi!”
Uçuşuyor bir iki sinek, tekrar yerlerine konuyorlar sonra.
“Tarık ağbi!”
“Ha!” diyor birden adam, dalgınlığından sıyrılıp. Metin’e bakarken doğruluyor ve dağılıp gidiyor suratını karaya boyayan sinekler.
“Sinekler!” diye mırıldanıyor Metin, hâlâ bir insanın böylesine derin bir şekilde dalıp gitmesini anlamakta zorlanarak.
“Ne sineği?” diye soruyor Tarık, gözlerini kırpıştırırken...

13 Kasım 2009 Cuma

FossurGama Sunar: Kendimi Köpek Sanıyorum Doktor Bey

Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesi. Parmaklıkların arkasında hatırı sayılır bir kalabalık toplanmış, elleri ağızlarında şaşkın mı şaşkın, şebelek gibi olan biteni izliyorlar. Diğer tarafta ise işler daha karışık. Kendini köpek sanan iki hasta ters dönüp götlerini bitiştirmek suretiyle cinsel ilişkiye girmişler. Tepelerine üşüşmüş hasta bakıcıların biri su döküyor, biri tekmeliyor, bir başkası "Allah belanızı versin," diye bağırıyor, falan filan. Fakat deliler her türlü baskıya göğüs girip ellerini yüzlerine siper ederek o muhteşem anın tadını çıkarmaya çalışıyorlar.

12 Mart 2009 Perşembe

FossurGama Sunar: Anlık Şeysiler: Hoppalaa!

Beşiktaş tribünleri ayakta. Uğultular kulakları sağır ediyor. Kapalı başlıyor tezahürata. Binlerce ağızdan gökyüzüne yükseliyor o muhteşem ses: “Siyaaah!
Ve karşılık geliyor diğer taraftan: “Saarıııı!”
Anında susuyor herkes. Çıt çıkmıyor stadda. Oyun da duruyor.
Ne kapalı anlayabiliyor bunu, ne de açık bölümde aynı anda aynı hatayı yapan on bin kişi.
Sadece birbirlerine bakınıyorlar aval aval!

FossurGama Sunar: Ortopedik Mortopedik

Ameliyattayız. Doçent Hakan Irak, özenle kestiği yerden kırık diz kapağını ayırmaya çalışıyor. Yardımcısı Sevtap ve hemşire Tülin de bacağı tutup, deriyi kaldırarak yardımcı oluyorlar ona. Kemik pensin ucunda dışarı çıkıyor.
“Lütfen tutar mısınız Sevtap hanım,” diyerek yardımcısına uzatıyor Hakan bey. Ve Sevtap kemiği eline alır almaz da var gücüyle bağırıyor. “Laaadeees!”
“Ay!” diyerek kırık diz kapağını savurup atıyor elinden Sevtap doktor. “Hay Allah yaaa! Vallahi de billahi de unutmuşum. Ha ha ha!”
Kemik duvara çarpıp yerde yuvarlanırken onlar kakara kikiri gülmeye devam ediyorlar.

FossurGama Sunar: Bir Şey!

Belinden üçüncü kez hamle yaptıktan sonra sıkıntıyla suratını buruşturup karısına bakıyor Necati. “Hayatım,” diyor. “Girmiyor. Bir şey var…”
“Aaaa, tüh,” diye elini alnına vuruyor Tülin. “Bugün şey yaptım da, içerde unutmuşum şeyi. Hay Allah! Kafa işte…”

FossurGama Sunar: Yukarıdan Gelen

Kalabalığın akışında durmuş, ağızlarından soluklar saçarak birbirine bakan bir çift var. “Bırak yakamı, bıraak! Yeter artık be!” diye çığlık atıyor kadın. Ve “Ulan, seni yaşatmam lan, öldürürüm lan seni, Allahıma öldürürüm,” diyor adam. Kalabalık haşırt, diye açılıyor iki taraftan da. Elinde ucu açık bir çakı tutuyor adam ve pörtleyen gözlerindeki öfke, ortaya koyduğu tehdidi gerçekleştirmeye oldukça yakın olduğunu gösteriyor.
O sırada, ansızın bir koyun iniyor yanlarına.
Bir koyun!
Meliyor ve çifte bakıyor huzur dolu bir suratla.
Orada, olaya bir şekilde şahit olmuş herkes bakışlarını gökyüzüne kaldırıyor, ardından tekrar koyuna indiriyor ve bu işte çok büyük bir yanlışlık olduğunu düşünüyorlar. Hem de çok!

FossurGama Sunar: Anlık Şeysiler: Fal

Kadınların toplandığı bir salon canlandırın gözünüzde. Yaşlıca bir kadın, elinde bir kahve fincanı, dikkatle bakıp, gördüğü dedikoduları aktarıyor pastaları, çörekleri ağızlarına tıkıştırmış merakla kendisini dinleyen kadınlara. Evet, yanlış duymadınız, geleceği değil, mahalleden dedikoduları!
Ha ha!

FossurGama Sunar: Kızı Alacak

Aşağıda en az iki yüz kişi toplanmış, var güçleriyle bağırıyorlar. “Bu kızı alacaz başka yolu yok!” Yumruklar havada, sokak hıncahınç dolu. Bazı esnaf kepenklerini indirmiş, çekilmiş ortalıktan
Az sonra bir başka slogan başlıyor. “Büyük Ayten kızını Cemal’e Ver!”
Perdeyi az aralamış bakan adam Peri’nin babası Hasan bey. Salonun kuytularında, ortalıktan yokolmak istercesine büzüşmüş ağlayan karısı Ayten’e dönüp, “Eşşeoğlueşşeğin de ne arkadaşı varmış be,” diyor. “Bir şeyler yapmak lazım hanım. Bu işi bırakacakları yok. Konu komşuya rezil olduk. Versek mi acaba kızı?”
Bir şey demiyor. Gözlerini kapatıp, koltuğa çökerek ağlamaya devam ediyor Ayten hanım…

2 Şubat 2009 Pazartesi

FossurGama Sunar: Tiyatro

Shakespeare’in Macbeth’ini oynayan bir özel tiyatro! Hem de Üsküdar'da!
Duyduğu şaşkınlığın itici gücüyle bileti alıp içeri dalan Murat Ak, hayal kırıklığına batmış buruşuk suratıyla oyunu izliyordu. Tam da tahmin ettiği gibiydi her şey. Malca bir amatörlük paçalarından akıyordu oyuncuların. O bir yana, içeriye doluşan güruh da bir garipti. Aralarında fısıldaşıp duruyorlar, ikide bir dışarı çıkıp çıkıp tekrar dönüyorlardı yerlerine. Sadece bunlar mı? Daha da bir sürü dangalaklık. Bu ne cüretti ama. Tiyatro mezunu oldukları bile tartışılacak bir sürü salağın Shakespeare oynamaya soyunması. İnanılacak gibi değil!
Bunları düşünüp, oradan bir an önce kaçmamak için kendini zorlarken birden bir şeyler değişiverdi.
Önce zil çaldı dışarıda. Hafifçe. Ardından da telaş geldi. İçeriye bir sürü insan doluştu. Işıkların seviyesi azaldı.
Ve oyuncular bir çırpıda soyunup, birbirlerine yumuldular şapır şupur.
!!!
Şimdi anlamıştı olan biteni. Tiyatro oyununda araya parça alıyordu herifler!

22 Ocak 2009 Perşembe

Fossurgayan Diyaloglar

“Yüzbaşım yüzbaşım, dışarda 300 kişi toplanmış, sizi soruyorlar.”
“O tabur salak, içtimaya çıkmışlar, yıkıl karşımdan!”

“Yılan kafesine düşünce hemen elimdeki suyu içmeye başladım ama yine de ısırdı orospu çocuğu.”
“Oğlum o laflara ne inanıyon sen. Kaçacaktın hemen.”

“Bakar mısın küçük, Konur sokağa nasıl gidebiliriz?”
“41°22′11.89 enlemi ve 36°12′13.47 boylamında amcacım.”

“Biliyor musun Ali. Süper güçlerim olsa karımı dövmeyi bırakırdım. Evet, kesinlikle yapardım bunu.”

“Doktor bey, bu bizim işimiz değil ki, kafatasının içinde sadece bağırsak var hastanın.”
“Doğru, dahiliyeye gönderelim kendisini de, benim merak ettiğim, götünde ne var bu adamın?”

21 Ocak 2009 Çarşamba

FossurGama Sunar: Nerede Bu Adam?

Saçı başı dağılmış, telaş içinde odadan fırlayıp sekretere baktı adam.
“Onur bey kayboldu!”
“Nasıl yani?” diye sordu Hülya Selin, elindeki gazeteyi bırakıp. Psikiyatrist Onur Abilik için çalışıyordu dört yıldır ve ruhsal sorunlara sahip insanlarla çalışırken laflarını ciddiye alıp telaşlanmak için fazlasıyla sebep olduğunu bilirdi. Hızla yerinden çıkarken, gözlerini pörtletmiş onlara bakan diğer hastalarla yakınlarını paniğe sevketmemek için sesini kısarak ekledi. “Kayboldu ne demek?”
“Bilmiyorum. Galiba bilinçaltımda kayboldu.”
“Saçmalamayın beyefendi,” diyerek hızla odaya yöneldi Hülya Selin. “Buradadır. Onur beey!”
Sesine cevap gelmemesi bir yana oda da boştu. Yine de her tarafı fıldır fıldır taradı. Saldırmış olabilir miydi bu adam doktora?
“İnanmıyor musunuz bana?” diye bağırdı hasta hafif sinirlenerek. “Yok işte. Kayboldu birden. Kafamda duyuyorum çığlıklarını. Bakın bağırıyor! Küfrediyor. Ama ben sokmadım ki onu. Kendisi araştırmak istedi bilinçaltımı.”
Pencereyi açıp aşağıya bakan Hülya Selin eli ayağı boşanmış bir halde dönüp hastaya baktı. Ne düşüneceğini ne yapacağını bilemiyordu şimdi. Karışmıştı birden kafası. Çok saçmaydı bu. Çok saçma! Evet. Çok saçmaydı…

FossurGama Sunar: Hacker

Almanya’dan bir iş için iki günlüğüne gelmişti Taylan. Toplantıları, görüşmeleri bitirdikten sonra lise arkadaşı Mesut’la buluşup yemeğe gittiler, güzelce hoşbeş ettikten sonra ikisi de gece yaşantısından pek hazzetmedikleri için eve döndüler. Evin hanımı Serap’ın getirdiği kahveleri yudumlarlarken Mesut kumandayı eline alıp televizyonu açtı. Bir haber programıydı. Çok önemli bir memleket meselesini tartışmak üzere, bir astrolog, bir türbanlı kadın, bir köşe yazarı, bir de eski milletvekili çıkarmışlardı. Bir süre dinlediler ama işin doğrusu Mesut hiçbir şey anlayamamıştı. Gereksiz bir tartışma dönerken, konuklar ve telefonla canlı yayına bağlananlar alenen saçma sapan konuşuyorlardı.
“Ne bu yaa, olaylara bu kadar sığ mı bakılıyor artık bu ülkede?” diye sordu Mesut’a.
Mesut da sanki bu soruyu bekliyormuş gibi sıkıntıyla döndü cevap vermek üzere ama tam da o sırada bir şeyler oldu.
Taylan olan biteni nasıl tanımlayabileceğini bilmiyordu. Yüreği ağzında, yüzü acıyla buruşmuş izlerken elleri kanapenin kolluğuna geçmişti. Canlı yayında birden bir herif belirmişti. Evet, iri yarı bir herif. Elindeki elektrikli testereyi havaya kaldırıp gülerek ilerlemiş ve önce programın sunucusunu katletmiş, sonra stüdyoda diğer konukları kovalamaya ve yakaladığı yerde de doğramaya devam etmişti. Ekrana kanlar sıçrarken midesi bulanan, eli ayağı kesilen Taylan gözlerini kapattı. Bayılacak gibi olmuştu.
Tam da o anda elini tutup ona sarıldı Mesut.
“Yok bir şey oğlum,” dedi. “Sakin ol.”
“Nasıl yok yaa, görmüyor musun? Bu ne!” diye bağırdı Taylan.
“Abicim,” dedi Mesut. “Yeni bir hacker türedi. Televizyon virüsü bulmuş pezevenk. Programları böyle piç ediyor.”
“Ya konuklar? Hepsi öldü!”
“Yok be yaa, sadece televizyon görüntüsünde ölüyorlar. Domuz gibiler, merak etme.”
İçeri giren Serap, “Ay yine mi hacker çıktı?” diye sordu.
“Ama ama,” diyordu hâlâ Taylan. “Canlı yayında nasıl olabilir!!!!!”

20 Ocak 2009 Salı

FossurGayan Diyaloglar

“Arkadaşım. Dönerciler adam çeksin diye havalandırmadan kokuyu dışarı veriyor doğru. Ama senin tuvaletçi olarak bunu yapman hangi anlayışa sığıyor? Yazık değil mi yanındaki dükkanlarda çalışanlara!”
“Olur mu abicim. Kokuyu duyan geliyor işte. Müşterim ikiye katlandı sen hâlâ ne diyosun.”

“Aaa!”
“Nooldu?”
“Nüfus cüzdanınızın sağ alt köşesinde ben var. Biz kardeşiz!”

“Ben yakayım mı sigaranızı, uzun süredir öylece bekliyosunuz.”
“Yok şimdi yıldırım düşecek, zahmet etmeyin.”

“Lütfen beyefendi, ameliyatta sigara içemezsiniz!”
“Genel anestezi yapsaydınız o zaman yavşak. Zaten stres yapmışım, bi de sigara içemeyecekmişim…”

“Pardon, köpekle girmek yasak!”
“Aaa karıma köpek diyor. Gerizekalıya bak! Ben de seni buradan kovdurmazsam...”
“Şey, yanlış anladınız, özür dilerim, kürklü falan, bi de ufak tefek olunca zannettim ki...”

“Sağır dilsizsin diye beni duymazlıktan gelmeye hakkın yok, tamam mı!”

“Noel Baba. O sırtındaki hediyeler var ya.”
“Evet oğlum.”
“Hepsi kıçına girsin!”

“Bunun dinle falan ne ilgisi var kızım? Kot pantalonun üstüne jartiyer giymen saçma bi şey, onu diyorum.”

“Evinizde tilki var.”
“Biliyoruz, kapan kurduk mutfağa, bugün yarın yakalanır.”

FossurGama Sunar: Neyin Peşinde Bu?

Kemal, camın diğer tarafında tıpış tıpış önünden geçen o kediyi görünce yemeğini falan bırakıp ayağa kalkmıştı. Sevgilisi nereye diye sormuş, o da hiç arkasına dönmeden, hemen geliyorum hayatım diyip dışarı atmıştı kendini. Allahtan gördü yine onu. Kuyruğu havada binanın arka tarafına dolaşıyordu işte. Fazla ses çıkarmamaya gayret ederek, ayaklarının ucunda oraya seğirtti Kemal. Başını uzattığında kafasındaki sorular bir anda yere çakılıp binlerce parçaya ayrıldı. Manzara apaçık anlatıyordu her şeyi. Kafasını sağa doğru en az on kere sallayacaktı kedi ve anca ondan sonra yemeye başlayacaktı otu.
Demek karnı ağrıyordu zavallının.
Demek sevmiyordu bitki yemeyi ama hastalığı yüzünden mecburdu.
Ve demek, o yüzden lokantadan aşırıp oraya kadar taşımıştı tuzluğu!

9 Ocak 2009 Cuma

FossurGama Sunar: Tıkırtı

Kapı hafifçe gıcırdayarak açıldı. Gece bire yaklaşıyordu saat. “Baba, baba,” diye fısıldadı bir ses. Karanlıkta yataklarında doğrulduğu belli oldu birilerinin. Işık açıldı. Orada, kapıyı arkasından çekmiş duruyordu uzunca bir oğlan. Fahri. Yirmibir yaşında olsa da sivilcelerle doluydu hala yüzü.
“Nooldu oğlum?” diye onun gibi fısıldadı annesi de oğlunun yüzündeki dehşet ifadesini farketmiş olarak.
“Hırsız galiba,” dedi Fahri. “Tıkırtılar geliyor salondan.”
“Hay Allah,” diyerek yataktan fırlayıverdi Çetin bey. Terliklerini ayağına geçirip ilerledi kaşlarını çatarak. “Siz burada durun.”
Koridora çıkınca boynu omuzlarına geçti hemen, ayaklarının ucunda ilerledi. Mutfağın oraya gelince kafasını uzatıp baktı salona doğru. Kulağına bir şey gelmiyordu. Ayakkabı çekeceğini aldı eline. Aralığın ışığını yaktı. Yine ses yok. Birden daldı içeri. Dört bir yanı hızla taradı kalbi delice atarken ve o anda da yatışıverdi. Kimse yoktu etrafta. Dikildi. Suratı garip bir hal aldı. Hızla odaya döndü. Kapıyı açıp girince Fahri’nin yatağa uzanmış mışıl mışıl uyuduğunu gördü.
“Şşşt, uyudu,” dedi karısı.
Sinir içinde kafasını salladı Çetin bey. “Bir gün sopayı kapıp eşşek sudan gelircesine dövücem, anlıycak o zaman uyumayı.”
“Çetincim, lütfen,” dedi yine karısı. Yüzü öylesine vıcık vıcık bir anlayışla kaplıydı ki. “Korkmuş çocuk.”
“Eşşeoğlueşşek,” diyerek Fahri’nin odasına yöneldi Çetin bey. “Koca herif oldu, her seferinde ayrı bir numara.”
Yan tarafa doğru dönmüş, bir süre stresli bir şekilde babasının söylenmelerini dinledikten sonra gözlerini bu sefer gerçekten yumup huzur dolu bir uykuya gömüldü Fahri…

FossurGama Sunar: Hangisi Olsun?

Kız banyoya gitmiş, Kenan da o gerilimli anları televizyona bakarak tüketmeye girişmişti. Daha bu gece tanışmışlar, bir anda kızın evinde bulmuşlardı kendilerini. Heyecanlıydı biraz . Yatağın üstünde oturur pozisyonda sallanıp duruyordu. Çevreyi gözden geçirmeye başladı sonra. On saniye geçti geçmedi, ayağa kalktı. Temkinli adımlarla yürüdü. Duvarda gördüğü küçük dolap dikkatini çekmişti. Önüne kadar gelince bir an için banyodan gelen sesleri dinledi. Su sesi kesilmişti. Ellerini uzattı ama. Dolabı açtı ve her yanı ürperiverdi bir anda. Ağzı ardına kadar açık, yanlışlık olmasın diye bir iki kez kırptı gözlerini. Ama bir hata yoktu. Orada en az on tane kadın cinsellik organı duruyordu. Ellerini uzatıp elledi. Plastik falan değillerdi. Korkuyla çekti kolunu geriye. Normal deriye o kadar benziyordu ki. Bulandı midesi...
"Beğendin mi?"
Yerinde zıplayıp büyük bir korkuyla arkasına döndü ve kızın kapıda durmuş şuh bir gülüşle kendisini süzdüğünü gördü.
"Hangisini takayım bu gece. Sen seç."

FossurGama Sunar: Isıtıcılar

Altını yırtık pırtık çuvalıyla sağlama almış, üstüne gazeteleri çekmiş evsizin morluklara batmış zavallı gözleri o buza kesmiş kış gecesinin ayazında birden açılıverdi. Sıcaktı. Evet. Sobanın önüne konmuş bir mum gibi hissediyor, terler pislikle kaplanmış sakallarına iniyordu. Gazeteleri atarken ve sık sık soluyarak başını kaldırmaya çalışırken ışığı da farketti ve zorlukla dikildi olduğu yerde.
Böylece gördü, çevresine eşit aralıklarla dizilmiş altı hintli rahibin, kendilerini yakmış, onu ısıttığını...

7 Ocak 2009 Çarşamba

FossurGama Haberler

Taksimde Özgürlükçü Demokrat Aydınlar Vakfı tarafından düzenlenen sevgi çemberinde olay çıktı. Binlerce kişinin yaralandığı kavga polisler tarafından zorlukla bastırıldı.
FGH – İstanbul

Acılbık Hastanesi’nden ameliyat sırasında kaçan bir hastanın peşini bırakmayan ameliyat ekibi, Anıl Kara adlı kişiyi Taksim’de yakaladı ve orada hiç beklemeden operasyonu tamamladı. Bir pastaneden elektrik alarak, yurttaşların alkışları eşliğinde açık havada gerçekleştirilen ameliyatın iyi geçtiği, hastanın bir hafta içinde iyileşip istediği yere kaçabilececeği açıklandı.
FGH – İstanbul

İngiliz bilimadamları, geliştirdikleri yöntemle artık kemiksiz insan üretebileceklerini, böylece yeni neslin günümüz koşullarına daha iyi uyum sağlayabileceğini söylediler.
FGH - Londra

İtalya’da geleneksel makarna bisiklet turunda geçen yıl yaşanan facianın, yani otuza yakın bisikletçinin uçuruma düşmesinin, ailesinin kendisine bisiklet almadığı küçük bir çocuğun nazarından olduğuna inanılıyordu. Bu sene, bisikletçiler, organizatörlere açıkça, Antonio adındaki bu çocuğa bisiklet hediye edilmediği takdirde yarışa katılmayacaklarını bildirdiler. Tüm İtalya ve Antonio sonucu bekliyor.
FGH – Roma

Kraliçe arıyla çiftleşmek için şeyini kovana sokan Alain Gilbo adındaki kişi, bir yıllık komanın ardından uyandı. Yetkililer, yaşadığı talihsiz kazanın ardından cinsel organı bir metreye ulaşan Alain Gilbo’yu porno sektöründe güzel bir geleceğin beklediğinde hemfikir.
FGH – Paris

Vantrolog Sebastian Veller, midesinden değil de kıçından konuştuğu ortaya çıkınca tutuklandı.
FGH – Berlin

Koyunları çitten atlatıp sayarak uyumanın, hayali de olsa hayvan eziyetine girdiğini iddia eden Hayvan Hakları Örgütü’nün uluslararası mahkemede açtığı dava sonuçlandı. Koyunların çitten atlamak gibi bir kabiliyetleri olmadığını, böyle bir saçmalığı zorla yapmak zorunda bırakılmalarının insanlık dışı olduğunu söyleyen yargıç Stanford All, bundan böyle kimse koyun sayarak uyuyamayacağını, ihbar alındığı takdirde mahkemenin gerekeni yapacağını söyledi.
FGH – Washington

FossurGama Sunar: Ahmet Bilen Adında Biriyle Onbeş Yabancının Hikayesi

Bu Ahmet Bilen adındaki akıl fakiri huysuz bir adamın hikayesidir. Kendisi saat yedi sıralarında bir müzikhole gitmiş, orada iki uzak köşeye yedi sekiz kişi sıkışık bir şekilde oturmuş pis pis birbirlerine bakan iki gruba aldırış bile etmeden tam ortalarındaki masaya oturmuş ve havalı bir hareketle garsonu çağırmıştır. Silahlı çatışmanın çıkmasına ramak kalmış o kritik anda, kıçı yusuf yusuf atan garson isteksizce Ahmet Bilen’in yanına gelmiş ve kendisi bira ve patates kızartması isteyince şöyle demiştir: “Ağbi başka bir yere gitsen sana zahmet. Biramız biraz şey bugün.”
Buna karşılık “Ne şeyi arkadaşım,” demiştir Ahmet Bilen gözlerine öfke yürürken. Bi de kaşı gözü oynamaktadır garsonun. “Ben her zaman buraya gelirim bira içmeye. Şey ne demek!”
“Ağbi,” demiştir garson. Zavallı, bir şeyler ima etmeye çalışmakta ama on beş kişinin otuza yakın gözü kendisini izlerken fazla da açık verememektedir haliyle. “Öhhö. Yanlış anlama ama yok yani bira.”
Gözleri kısılmış ve dudaklarını kemirerek bakmıştır Ahmet Bilen. “Taşak mı geçiyosun oğlum sen benle? Sikerim bak bi tarafını. Çağır bakayım sen bana işletmeciyi.”
Garson telaşla çevrelerini sarmış öküz gibi bakan iki grubu şöyle bir sözmüş ve sesini kısarak “Ağbi, bi dakka dışarı gelsene.” demiştir
Sanki bu lafı bekliyormuş gibi şak diye garsonun gömlek yakasına yapışıp kendine çekmiştir Ahmet Bilen. “Oğlum sen arıza mısın lan. Naapçaksın lan dışarıda. Burada yap hadi. Yavşak!”
Sadece bu huysuz müşterinin kendisini sarsıp durmasından değil, aslında ölüm korkusundan da bir hayli huzursuz olmuş garson tabi ki dil döküp kurtulmaya ve bir an önce oradan fıymaya çalışmaktadır.
“Tamam ağbi,” demiştir sonunda pes ederek. “Özür dilerim, hemen getiriyorum. Tamam ağbi, bırak lütfen. Haklısın. Hata ettim.”
Bırakmıştır Ahmet Bilen ama susmamıştır. Arkasından saydırmaya devam etmiştir garsonun. “Piçe bak yaa. Bu saatte canımı sıktı. Ama dur. Ben onun anasını sikecem. Artık işsizsin pezevenk. Duyuyo musun? Kimle dansettiğini biliyor musun lan sen! Amcık. On beş saniye sonra önümde olacak o bira. Yoksa geliyorum yanına! O kadar.”
Masaya yumruğunu indirirken sandalyelerinden kalkmış adamları görmüştür. Tepeden kendisine bakmaktadırlar ve o dert anlatmaya çalışır onlara. “Görüyo musun arkadaşlar. Durduk yerde insan nasıl katil oluyor!”
“Görüyoz amına koyayım,” deyip silahını çekmiştir pos bıyıklı bir herif ve diğerleri de onu taklit etmiştir.
Ahmet Bilen’in son gördüğü üstüne ölüm kusan silahlar değil, yine, elinde bira, biraz ötede durmuş acıklı gözlerle kendisine bakan garson olmuş ve son küfrünü de ona göndermiş gibi olmuştur. Fakat aslında silah sesleri başlayıp, vücudu dağlanınca, can korkusundan küfür çıkmıştır ağzından.
“Oh be, sonunda sesi kesildi dalyarağın,” diyen kel kafalı, şişko adam da pos bıyıklının düşmanıdır. Ama yerdeki herifi iki üç kere vurup rahatladıkları, streslerini iyice attıkları için hep beraber masalara oturup anlaşamadıkları konuyu uzun uzadıya tartışmışlar ve barışa kavuşup mekandan öpüşerek ayrılmışlardır.
Ahmet Bilen mi? Oraya gömülmüştür ve garson, müzikholde çalıştığı süre boyunca her gün saat yedide bir bira dökmüştür mezarının üstüne denk gelen karonun aralığına…

29 Aralık 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Ve otopark ve Araba ve…

Elindeki anahtarı çıkır çıkır sallayarak otoparka girdi Kemal. Bir iki tek atmıştı ve doğrusunu söylemek gerekirse keyfi oldukça yerindeydi. Arabasının yanına nasıl geldiğini anlayamamıştı, sofrada telefonunu nice soytarılıkla aldığı o kızı düşünürken. Anahtarını kapıya uzatutıyordu ki birden durdu. Bir gariplik vardı. Işıl ışıldı arabası. Cantlar, tekerlekler… Adım adım geriye çekilirken yanlış yere geldiğini düşünüyordu. Plakayı okumaya çalışırken bir şeye çarptı. Hayır. Birisine.
Döndüğünde tüm sevimliliğiyle gülen iki tip gördü orada.
“Nasıl buldun abi,” diye sordu kaşları birbirine geçmiş, her yeri sakalla dolu tip.
Düşünürken kekelemekten kendini alamadı Kemal. Çünkü plakayı görmüş ve her şeyi idrak etmişti. “Neyi nasıl buldum?”
“Modifiye ettik arabanı,” dedi diğeri. Sarışın, kanlı gözlü, yarma bir herifti.
“Arabamı mı?”
“Heee!”
“Modifiye mi?”
“Heee!”

22 Aralık 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Filtre

İstiklal Caddesi’nde bir karmaşa, bir panik havası esiyor! İnsanlar şaşkınca birbirlerine bakıp az önce başlarına gelen şeyi deneyip duruyorlar ve biip! sesleri bir koroya dönüşerek her yanı ele geçiriyor.
Küfür edemiyorlar artık! Yasaklanmış sözleri de söyleyemiyorlar!
Denemeye kalktıkları anda ise sadece bir biip sesi çıkıyor ağızlarından.

FossurGama Sunar: Guguklu Saat

Ahmet beylerin evinde, o büyükçe salonda hoş bir sohbet dönüyor. Vaktin nasıl geçtiği anlaşılmamış. Gülünüyor, viski kadehleri kaldırılıp müstehzi bakışlar yollanıyor birbirlerine. Az sonra, guguklu saatin sarkacı gerilince tüm yüzler oraya dönüyor. Saat oniki olmuş demek. Birden açılıyor küçük pencere ve bir kartal, başını oradan sığdırmaya çalışırken delice çığlıklar savuruyor.
Bir kartal!
Kadehler elden düşüyor. Bazıları ağlayarak kaçıyor, çocuklar anne babalarının ayakları altında ezilme tehlikesi geçiriyor ve Ahmet bey tüfeğini almak üzere doğruca içeriye koşturuyor…

24 Ağustos 2008 Pazar

FossurGayan Diyaloglar

“Ağbi be bi liran var mı be ağbi, Allah rızası için...”
“Hesap numarını ver, oraya yatıracağım...”

“Gerizekalılar, köpekler, şerefsizler, iğrenç yaratıklar... Allah belanızı versin e mi! Allah belanızı versin!...”
Delice alkışlar meydanda toplanmış kalabalık.

Köpek kendisine delice hırlamaya başlayınca mutfaktaki telefona yönelir hemen Murat bey.
“Alaattin, yine köpekleri karıştırmışız yahu, ha ha ha...”
“Ben karısıyım Murat bey, kocam az önce öldü, köpeğiniz de uyutuldu...”

Zapazoort, zoooot, pıssss, zaaart!
Sakin bir şekilde, kollarını önünde kavuşturmuş bekleyen yönetici sonunda konuşuyor:
“Eveet, artık toplantıya başlayabiliriz sanırım...”
Bir türlü osuramayı başaramamış, satış departmanından Haluk bey de kravatını düzeltip yerine oturuyor...

“Öp beni!”
“Ağzım dolu.”

“Arkadaşım, lütfen aşağı inip bir daha bin. Dolmuşa sol ayakla binilmez!”

“DVD’ye insan da yazabiliyormuşsunuz, doğru mu?”
“Hayır, sadece kedi.”

“Siz de mp3 dinleyin lütfen. Oda orkestrasıyla otobüse binip insanları rahatsız etmeye hakkınız yok.”
“Ama onlar için de bastım akbili, sorun ne, anlayamıyorum.”

21 Ağustos 2008 Perşembe

FossurGama Sunar: Evdeki Huzur

İtfaiye erleri alevlere boğulmuş eve dalar kapıyı kırarak. Sonra durup bakarlar soğukkanlı bir şekilde, o acayip manzaraya: Bir sürü budist bağdaş kurmuş huzurlu huzurlu yanmaktadır.
“Hımm, iş icabı yakmışlar evi, gidelim,” der şef.
“Boşu boşuna geldik buraya kadar be,” der yardımcısı…

8 Ağustos 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Garson!

Garson masadaki kalantor zatın önüne bonfilesini getirir. Yerleştirir tabağı ve bekler. Adam elini cebine sokup çıkarttıktan sonra garsonun ağzına doğru uzatır. “Al oğlum!” İştahla eğilip, o şişman elde ufacık kalan şekerleri yalayıp yutar garson ve sevinç içinde lokantanın içine doğru rüzgar gibi uzaklaşır.

FossurGama Sunar: Adın Ne Senin Oğlum?

Açılan kapıdan içeri dalıp, hızlı hızlı soruyor takım elbiseli adam. “Hastamız nerede?”
Elinde ağır bir çanta var. Keli yağlanmış gibi parlıyor. Yanında ince uzun, asistanı olduğu belli olan, kaytan bıyıklı bir tip daha var.
Evlerine bir kurtarıcı gönderilmişçesine bir coşkuyla “Buyrun doktor bey, ah ah, buyrun, hemen şu odada,” diyor kadın ön tarafa geçip telaşla yürürken. “Şeey, bir şey içer misiniz?”
“Yok istemez, acelemiz var zaten.”
Kapı açılıyor. İçeri doluşuyorlar. Orada, dönüp ziyaretçilere bakan saçı sakalı birbirine girmiş adamın, hafızasını yitirdiği boş bakışlarından belli oluyor.
“Bu mu?” diyor doktor kadına bakarak.
“Evet doktor bey.”
“Hımm,” diyerek ilerliyor doktor. Hastanın yanına kadar gelip bir anda, dizini taşaklara gömecekmiş gibi yaparken “Müüipck!” diye bir ses çıkarıyor.
Hafızasını kaybetmiş adam öne doğru bükülüp korkuyla bakıyor ona.
“Adın ne senin oğlum?” diyor Doktor birden.
“Burak,” diyor hasta kafasını, sanki alnına at sineği konmuş gibi sallayarak. “Evet, Burak, Burak’ım ben.”
Dönüp hızla kapıya varıyor Doktor, çantasını alıp “Hadi Altan, gidelim artık,” diyor. “İyi günler Aygül hanım.”

FossurGama Haberler

Otobüsü Özel İşleri İçin Kullandı
Belediye otobüsünü özel işleri için kullanan on yıllık İETT şöförü A. Kılınç açığa alındı. Her sabah otobüsü Gevder mahallesine sokup anneannesi Hamine hanım ve birkaç arkadaşının kulunçlarını ezdiği tespit edilen A. K., haksızlığa uğradığını, daha sonra arabayı hızlı kullanıp duraklara tam vaktinde yetiştiğini belirtti.
FGH – İstanbul

Aç Aç Vakası
Ankara Ayrancılar’da Sevindik İlkokulu’na aç aç getiren öğretmen K. Saklık tutuklandı. Böyle organizasyonların öğrencilere motivasyon sağladığını ve notlarını yükselttiğini iddia eden hocalarına destek veren ilkokullu çocuklar, öğretmenleri polis amcalar tarafından götürülürken ağladılar ve akabinde çıplak oturma eylemi yaparak velilerini ve hükümeti protesto ettiler. Okul müdürü de çıplak oturma eylemine katılınca, gazeteciler müstehcen görüntü nedeniyle çekim yapamadı. Sinirlenen medya mensupları, itirazlarını yanlış anlayıp çıplak çıplak kendilerine girişen ve bazılarını altına alıp şaapıyormuş gibi fotoğraf çektiren müdür Ş. Örnek’ten şikayetçi oldular.
FGH – Ankara

Kısmet İşte
Ümraniye’de Kısmet Milli Piyango Bayisi ilginç bir yeniliğe imza atarak müşteri sayısını üçe katladı. Akil hoca tarafından okunmuş üflenmiş olarak müşteriye sunulan biletler kapış kapış gidiyor. Bu promosyonun ay sonuna kadar süreceğini söyleyen bayi yetkilileri bir sonraki ay da her biletin yanında dört yapraklı bir yonca verileceğini belirttiler.
FGH - İstanbul

Heykel Sergisine Baskın
AvvanGarden’da, Cabbar Halis özel koleksiyonu olarak sergilenen Yeraltı Muşmulası konseptli heykel sergisine bir ihbar üzerine baskın düzenleyen polis şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştı. Heykeltraşın protestolarına ve darb teşebbüsleri de içeren engelleme girişimlerine rağmen bazı heykelleri balyozla kırmayı başaran emniyet gücü mensupları içeriden canlı insanlar çıkınca hayretler içinde kaldılar. Cabbar Halis’le birlikte karakola götürülen heykel mahkumları oraya kendi istekleriyle girdiklerini, Cabbar beyin kendilerine açılan deliklerden su ve yiyecek verdiğini, böylesine yüce bir sanat için her türlü eziyete katlanacaklarını belirtince olay tatlıya bağlandı.
FGH - İstanbul

Depresyon Kitabı Toplatıldı
Depresyonla ilgili çözümler içeren “Siz ve Bin Yemişin Suyu” adlı kitabın sonunda, kapağın içinde özel bir mahfazaya yerleştirilmiş küçük silahlar bulununca eser piyasadan toplatıldı ve yayınevi hakkında, insanları intihara teşvik etmek suçundan tahkikat başlatıldı. Yazar B. Sur, “İnsanlar bu kitabı okuyup hâlâ sorunlarına bir çare bulamamışsa ölsünler daha iyi,” diyerek tüm ülkede yeni bir tartışmaya ön ayak oldu. Psikiyatrlar Birliği Başkanı Hamdi Ab ise bu isteme yanıt olarak, “Biz olaya başka bir açıdan bakıyoruz, kitap berbat, bu halde merak etmek de hakkımız, acaba yayınevi kendisine para öderken zarfa silah da koydu mu, çünkü kesinlikle kullanmalı. Belki kendisi depresyonda değil ama kötü bir yazar,” dedi. Yazar B. Sur ise sabaha karşı evinde ölü bulundu. Hamdi Ab bu gelişmeler üzerine tutuklanıp, intihara teşvik edici konuşma yapma suçuyla mahkemeye sevkedildi.
FGH - Ankara

Hazine Nerede?
Ellerindeki haritanın azizliğine uğrayıp şehir hatları vapurunun alt kısmında altın aramaya kalkan iki kafadar bir faciaya yol açtı. On kişi kayıp, hazine avcıları da dahil yedi kişi ölü ve sinir krizi geçiren elli yedi bin duyarlı kişi mevcut. Belediye ekiplerinin elli balık adam ve yetmiş levrek kullanarak gerçekleştirdiği özel operasyon sonucunda enkaz dışarı çıkarıldı ve vapuru batırıp kendileri de telef olan ikilinin elindeki harita da ele geçirildi. Hazinenin yerinin resmen vapur resmiyle temsil edildiği görülünce ise enkaz bir gün içinde yok oldu. Ertesi gün İngiltere’de British Museum’da sergilenmeye başlayan vapurla ilgili bilgilerin Ergenekon dinlemelerine takılıp Avrupalı makamlara aktarıldığı düşünülüyor.
FGH - İstanbul

28 Temmuz 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Öfke Kontrolü

Öfke kontrol kursunda bir sürü herif, sinirli sinirli, söylene mırıldana yün örüyorlar. Birden aralarında bir tip “Sikerim laan,” diye yerinden fırlayıp yünleri söküyor, bazı yerlerini ısırırıyor, köpükler çıkıyor ağzından. Elindeki şişleri de yere vura vura parçalıyor. Delirmemek için kendilerini tutup akıllarından matematik problemi çözüyor diğer öğrenciler. Öfkeli bey sakinleşene kadar bekliyor öğretmen ve sonra sakin bir şekilde konuşuyor. “Gördünüz mü, kendinize zarar verdiniz yine Osman bey. Şimdi bir daha öreceksiniz aynı şeyi…” Pişmanlıkla birlikte duygu seli çullanıyor üstüne hemen Osman beyin. Ağlamaya başlıyor hüngür hüngür ve anca yeni şişler eline verilince yatışıyor…
Öğrencilerin anneleri karıları başlarını sallayıp alkışlıyor dışarıda...

FossurGama Sunar: Hamama Giren Ne Yapar?

Elindeki tası kurnaya atıp ayağa kalkıyor birden Selami. “Allaaah!” deyip koşmaya başlıyor sonra. Onunla birlikte ayağa kalkıp, aynen onun gibi bağıran on kişi daha, bazıları özel odalardan fırlayarak paldır küldür dışarı atıyorlar kendilerini. Bir on metre kadar daha, suratlarında garip bir heyecan, elleri kafalarında yürüyüp duruyorlar. Ve onları çırılçıplak gören kadınlar bağırmaya, dükkanlardan fırlayan adamlar “Püü Allah belanızı versin,” şeklinde laf atmaya başlayınca sanki bir rüyadan uyanmışçasına kafalarını sallıyorlar ama hâlâ beyinlerindeki karışıklık, gerçeklerin o sarsıcı, somut dünyasına dönmelerine izin vermiyor. “Ulan, unuttum lan bulduğum şeyi,” diyor at suratlı bir tip. “Birden bağırınca ibneler ben de unuttum, hay sikiyim,” diyor basık, kel kafalı bir başkası. Sonra yine aralarından genç, kırıtık birisi bağırıyor. “Yaa, çıplağız biz yaa.” İşte bu lafla dönüyorlar oyuna. Bilinç yerine gelince panik de üstlerine çullanıveriyor. “Hassiktir,” deyip koşturuyorlar hamama doğru ama bir başka şok da orada yakalıyor onları. Kapı kapanmış. Vuruyorlar, bağırıyorlar, “Açın, açsanıza lan, hişşt, alooo.” En sonunda geliyor cevap. “Siktirin gidin lan, sapık herifler, hadii, bak polisi de çağırdım…” Böylece çıplak da olsalar, eşyalarını bırakıp kaçıyorlar evlerine doğru. Nasıl olsa yarın gelip alırlar bir şekilde…

FossurGama Sunar: Açılın

Bir adam yere yuvarlanmış. Kasılıyor arada tüm vücudu ve kan yürümüş gözleri kapanıp kapanıp açılıyor. Çevresini sarmış bakıyor insanlar ve her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. O sırada “Açılın,” diye meraklıları ittirerek ilerliyor bir adam. “Açılın çabuk, ben yazarım,” diyor öne geçerken ve hastanın durumunu gözlemleyip bir bir yazmaya girişiyor elindeki not defterine…

24 Haziran 2008 Salı

FossurGama Sunar: Kısa Devre

Daha biriyle dalaşmaya gücü yetmeyecekken iki taksi daha durmuş. Levyeler ellerde. Şöförler, incecik, gözleri deli deli bakan delikanlıyı ittire ittire arkadaki duvara doğru sürüyor. Bir şey dese Allah yarattı demeden girişecekler. Öfkeyle soluyor genç. Artık küfredemiyor. Bağıramıyor. Sadece titriyor ve birden bir şeyler oluyor ona. Rengi değişiyor sanki. Kafası hafifçe büyüyüp yerine iniyor. Korkuyla bırakıyor eller yakasını. Gözler panik içinde titreşiyor. Delikanlının çenesi, gözleri, parmakları değişime kapılıp boyut değiştirirken boğazından anlaşılmaz iniltiler dökülüyor.
“Hay anasını, bu ne lan?” diyor şöförlerden iri yarı olanı.
Kaçamıyorlar, yerlerine mıhlanmış, delikanlının gömleğinin patlayışını, düğmelerinin etrafa saçılışını izliyorlar.
Ama birden o kıpkırmızı renk çekilip gidiyor yaratığın yüzünden. Devasa bir boyuta ulaşmış, lif lif kasları sönüveriyor. Tekrar delikanlı kalıyor orada düdük gibi. Sadece giysileri falan yırtık, bir de saçları dağılmış.
“Hay anasını sikiyim be, yine dönüşemedim,” küfrü havada kalıyor.
Korktukları için bir kat daha sinirli, çata çuta girişiyor şöförler ona...

FossurGama Sunar: Bir Seans

“Şimdi elimdeki kolyeye konsantre olmanı istiyorum,” diyor psikiyatr.
Bakıyor şişman kız, dikkatle.
Bir saat kadar sonra kapıyı açıp “Emre beeey, koşun, yine şoolmuş,” diyor sekreter.
Ve yaşlıca bir doktor içeri dalıp ellerini beline koyarak cıkcıklıyor az sonra. “Allah Allaah, bu herife, kolyeye bakmaması gerektiğini nasıl anlatıcaz yahu?” diye soruyor. "Kendi sesinden etkileniyor salak!"
Orada, büyülenmiş gibi, dimdik uyuyor karşılıklı, hem hasta hem psikiyatr...

FossurGama Sunar: Kıyı Boyunda

Gacır gucur sesler. Sarmaş dolaş yürüyen çiftin dişi olanı kulaklarını kapatırken yüzünü buruşturuyor. İnleyip havlıyor, Yeniköy sahilinde dolaştırılan cins cins köpek. “Bu ses de ne lan?” diyor çekirdek çıtlatan iki denyo. Gacırtı gucurtu sürüyor. Orada... Bir akvaryuma ip bağlamış, denize bakınarak dolaştırıyor süs balıklarını bir adam...

20 Haziran 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Kazazedeye Yardım Etmek Sevaptır

Önce sudan çıkan plop sesi, hemen arkasından da tüyler ürpertici bir çığlık. “Yetişiiin, imdaaat, denize düştü denizeee.”
Vapurun giriş bölümündeki açıklık bir anda onlarca insanla kaplanıyor. Ömer de onlardan biri. Denizde, batıp çıkan zavallı adamı gördüğü anda büyük bir kararlılıkla dönüp bakınıyor sağına soluna. Aha! İşte orada. Koşturup duvardan can simidini söktüğü gibi dönüyor. Bir gözünü kapatıp nişan almasıyla savurması bir oluyor. Müthiş bir isabet. Havada süzülüp pat diye boynundan geçiveriyor kazazedenin ve zavallı adam bir anda, batıp yitiveriyor ortadan…
“Aaaa!”
“Naaptın bilader yaa, naaptın!” diye bağırıyor çımacı. “Süstü o yaa, alçıdan yapılmıştı.”
“Hay Allah,” diyor Ömer kafasını kaşıyarak. “Ben de niye o kadar ağır demiştim, demek şeymiş…”
Aval aval, bir denize bir Ömer’e bakıp duruyor dehşet içinde kalmış insanlar…

...