Bardan içeri girip sevinçli bir havada ilerledi ve masaya haşırt diye çöktü Yakup. Uzanıp öpecekti ki, kız arkadaşı Necla kendini geri çekti hemen. Gözlerinde yine o, şüpheci, kahrolası ifade vardı ve bir çabuk “Nooluyor canım, kalkın çabuk şurdan,” dedi neredeyse bağırarak. Yakup derin bir nefes verip sıkıldığını iyice belli etse de her zaman olduğu gibi büyük bir olgunlukla kendini tanıtmaya girişmekten başka bir şey yapamadı. Necla’da böyle bir hastalık çıkmıştı sonuçta bir yıl kadar önce. Birden her şeyi unutuyor, ipuçları önüne kondukça yavaş yavaş hatırlıyordu her şeyi. O gün de işte bu şekilde, tanıttı kendini Yakup ve Necla onu tanır tanımaz boynuna atladı. Her yanını öperken özür diliyordu hiç durmadan.
O anda “Necla?” dedi birisi hayret içeren bir tonda.
Döndü hem Yakup hem Necla, ikisi birden ve tepelerinde dikilen uzun ince çocuğa baktılar.
Necla onu tanıdı bu sefer hemencecik ve kıpkırmızı bir utanç yürüdü yüzüne. Şeey, şeey diye gevelerken nasıl açıklayacağını bilemiyordu olanları.
Yakup anladı ama. Bir kez daha... Bir iki gün işi çıkmıştı şehir dışında ve yine onu unutarak birisiyle tanışıp takılmaya başlamıştı Necla. Şimdi bir de bu çocuğu teskin etmekle uğraşacaktı işi yoksa...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder