Aklında bir tortu gibi kalan şey fren sesleriydi. Bir de sarsıntılara kapılmış bir yol görüntüsü. Açıldı gözleri. Üstüne başına baktı şaşkınlıkla, az önce bir kaza yaptığını hatırlayarak. Ama yoktu bir şeyi. Bir çizik bile, ya da leke. Uçup gitmiş miydi arabadan? Ama öyleyse? Bakındı ve ileride yamulmuş arabayı görünce koşturdu oraya bir an bile beklemeden. Ve birden durdu, hayret göğsüne sıkı bir darbe oturtmuş gibi. Arabanın içindeydi hala. Sıkışmıştı ve kan sızıyordu, hem ağzından hem boylu boyunca açılmış alnından.
Gözleri açıldı tekrar... Şimdi arabadaydı ve her yeri kan ve benzin kokusuyla sarılmıştı. Hemen ileriye baktı rüyasında gördüğü şeyi aranarak. Ve buldu! Oradaydı işte. Kendisi. Ya da ruhu. Hemen arkasında da bir kız vardı. Sapsarı saçlarıyla bembeyaz giysilere bürünmüş.
“Gel,” dedi yalvarırcasına. Elini kaldırmaya çalıştı ama beceremedi.
Baktı ruhu kocaman gözlerle. Ve arkasından “Hayır, buraya gelmelisin,” lafını duyunca irkilerek döndü kıza.
“Hayır,” dedi neler olduğunu anlayan yaralı telaşla. Ölecekti o giderse. “Buraya gel. Daha önümüzde uzun bir yaşam var. İyileşicez!”
Gözleri kısıldı ruhunun.
“Bana gel,” dedi kız harikulade bir sesle. “Senin için gelecek benim yanım.”
“Noolursun, yalvarırım, gel buraya,” dedi yaralı.
“Bana bak,” dedi kız.
Ruhu döndü hemen ve orada, sarışın kızın eteğini sıyırıp bembeyaz bacaklarının parıltılarını ortaya serdiğini gördü. Ve dilini... Dudaklarını şuh bir şekilde yalayıp “Geel!” dedi sanki lezzetli bir dondurmaya üflüyormuş gibi.
“Lütfen,” dedi yaralı bir kez daha, zar zor. Gözlerini açık tutmaya çalışırken de ekledi. “Buraya gel!”
Ama bir an bile düşünmedi ruhu. Koşturup sarıldı kıza ve onlar, ruhunun bir eli meleğin (afedersiniz ama) kıçında, diğer eli göğse yapışmış, ortadan kaybolur kaybolmaz da şehadet getirerek kapattı gözlerini, dünyanın güzelliklerine....
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder