29 Aralık 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Ve otopark ve Araba ve…

Elindeki anahtarı çıkır çıkır sallayarak otoparka girdi Kemal. Bir iki tek atmıştı ve doğrusunu söylemek gerekirse keyfi oldukça yerindeydi. Arabasının yanına nasıl geldiğini anlayamamıştı, sofrada telefonunu nice soytarılıkla aldığı o kızı düşünürken. Anahtarını kapıya uzatutıyordu ki birden durdu. Bir gariplik vardı. Işıl ışıldı arabası. Cantlar, tekerlekler… Adım adım geriye çekilirken yanlış yere geldiğini düşünüyordu. Plakayı okumaya çalışırken bir şeye çarptı. Hayır. Birisine.
Döndüğünde tüm sevimliliğiyle gülen iki tip gördü orada.
“Nasıl buldun abi,” diye sordu kaşları birbirine geçmiş, her yeri sakalla dolu tip.
Düşünürken kekelemekten kendini alamadı Kemal. Çünkü plakayı görmüş ve her şeyi idrak etmişti. “Neyi nasıl buldum?”
“Modifiye ettik arabanı,” dedi diğeri. Sarışın, kanlı gözlü, yarma bir herifti.
“Arabamı mı?”
“Heee!”
“Modifiye mi?”
“Heee!”

22 Aralık 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Filtre

İstiklal Caddesi’nde bir karmaşa, bir panik havası esiyor! İnsanlar şaşkınca birbirlerine bakıp az önce başlarına gelen şeyi deneyip duruyorlar ve biip! sesleri bir koroya dönüşerek her yanı ele geçiriyor.
Küfür edemiyorlar artık! Yasaklanmış sözleri de söyleyemiyorlar!
Denemeye kalktıkları anda ise sadece bir biip sesi çıkıyor ağızlarından.

FossurGama Sunar: Guguklu Saat

Ahmet beylerin evinde, o büyükçe salonda hoş bir sohbet dönüyor. Vaktin nasıl geçtiği anlaşılmamış. Gülünüyor, viski kadehleri kaldırılıp müstehzi bakışlar yollanıyor birbirlerine. Az sonra, guguklu saatin sarkacı gerilince tüm yüzler oraya dönüyor. Saat oniki olmuş demek. Birden açılıyor küçük pencere ve bir kartal, başını oradan sığdırmaya çalışırken delice çığlıklar savuruyor.
Bir kartal!
Kadehler elden düşüyor. Bazıları ağlayarak kaçıyor, çocuklar anne babalarının ayakları altında ezilme tehlikesi geçiriyor ve Ahmet bey tüfeğini almak üzere doğruca içeriye koşturuyor…

24 Ağustos 2008 Pazar

FossurGayan Diyaloglar

“Ağbi be bi liran var mı be ağbi, Allah rızası için...”
“Hesap numarını ver, oraya yatıracağım...”

“Gerizekalılar, köpekler, şerefsizler, iğrenç yaratıklar... Allah belanızı versin e mi! Allah belanızı versin!...”
Delice alkışlar meydanda toplanmış kalabalık.

Köpek kendisine delice hırlamaya başlayınca mutfaktaki telefona yönelir hemen Murat bey.
“Alaattin, yine köpekleri karıştırmışız yahu, ha ha ha...”
“Ben karısıyım Murat bey, kocam az önce öldü, köpeğiniz de uyutuldu...”

Zapazoort, zoooot, pıssss, zaaart!
Sakin bir şekilde, kollarını önünde kavuşturmuş bekleyen yönetici sonunda konuşuyor:
“Eveet, artık toplantıya başlayabiliriz sanırım...”
Bir türlü osuramayı başaramamış, satış departmanından Haluk bey de kravatını düzeltip yerine oturuyor...

“Öp beni!”
“Ağzım dolu.”

“Arkadaşım, lütfen aşağı inip bir daha bin. Dolmuşa sol ayakla binilmez!”

“DVD’ye insan da yazabiliyormuşsunuz, doğru mu?”
“Hayır, sadece kedi.”

“Siz de mp3 dinleyin lütfen. Oda orkestrasıyla otobüse binip insanları rahatsız etmeye hakkınız yok.”
“Ama onlar için de bastım akbili, sorun ne, anlayamıyorum.”

21 Ağustos 2008 Perşembe

FossurGama Sunar: Evdeki Huzur

İtfaiye erleri alevlere boğulmuş eve dalar kapıyı kırarak. Sonra durup bakarlar soğukkanlı bir şekilde, o acayip manzaraya: Bir sürü budist bağdaş kurmuş huzurlu huzurlu yanmaktadır.
“Hımm, iş icabı yakmışlar evi, gidelim,” der şef.
“Boşu boşuna geldik buraya kadar be,” der yardımcısı…

8 Ağustos 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Garson!

Garson masadaki kalantor zatın önüne bonfilesini getirir. Yerleştirir tabağı ve bekler. Adam elini cebine sokup çıkarttıktan sonra garsonun ağzına doğru uzatır. “Al oğlum!” İştahla eğilip, o şişman elde ufacık kalan şekerleri yalayıp yutar garson ve sevinç içinde lokantanın içine doğru rüzgar gibi uzaklaşır.

FossurGama Sunar: Adın Ne Senin Oğlum?

Açılan kapıdan içeri dalıp, hızlı hızlı soruyor takım elbiseli adam. “Hastamız nerede?”
Elinde ağır bir çanta var. Keli yağlanmış gibi parlıyor. Yanında ince uzun, asistanı olduğu belli olan, kaytan bıyıklı bir tip daha var.
Evlerine bir kurtarıcı gönderilmişçesine bir coşkuyla “Buyrun doktor bey, ah ah, buyrun, hemen şu odada,” diyor kadın ön tarafa geçip telaşla yürürken. “Şeey, bir şey içer misiniz?”
“Yok istemez, acelemiz var zaten.”
Kapı açılıyor. İçeri doluşuyorlar. Orada, dönüp ziyaretçilere bakan saçı sakalı birbirine girmiş adamın, hafızasını yitirdiği boş bakışlarından belli oluyor.
“Bu mu?” diyor doktor kadına bakarak.
“Evet doktor bey.”
“Hımm,” diyerek ilerliyor doktor. Hastanın yanına kadar gelip bir anda, dizini taşaklara gömecekmiş gibi yaparken “Müüipck!” diye bir ses çıkarıyor.
Hafızasını kaybetmiş adam öne doğru bükülüp korkuyla bakıyor ona.
“Adın ne senin oğlum?” diyor Doktor birden.
“Burak,” diyor hasta kafasını, sanki alnına at sineği konmuş gibi sallayarak. “Evet, Burak, Burak’ım ben.”
Dönüp hızla kapıya varıyor Doktor, çantasını alıp “Hadi Altan, gidelim artık,” diyor. “İyi günler Aygül hanım.”

FossurGama Haberler

Otobüsü Özel İşleri İçin Kullandı
Belediye otobüsünü özel işleri için kullanan on yıllık İETT şöförü A. Kılınç açığa alındı. Her sabah otobüsü Gevder mahallesine sokup anneannesi Hamine hanım ve birkaç arkadaşının kulunçlarını ezdiği tespit edilen A. K., haksızlığa uğradığını, daha sonra arabayı hızlı kullanıp duraklara tam vaktinde yetiştiğini belirtti.
FGH – İstanbul

Aç Aç Vakası
Ankara Ayrancılar’da Sevindik İlkokulu’na aç aç getiren öğretmen K. Saklık tutuklandı. Böyle organizasyonların öğrencilere motivasyon sağladığını ve notlarını yükselttiğini iddia eden hocalarına destek veren ilkokullu çocuklar, öğretmenleri polis amcalar tarafından götürülürken ağladılar ve akabinde çıplak oturma eylemi yaparak velilerini ve hükümeti protesto ettiler. Okul müdürü de çıplak oturma eylemine katılınca, gazeteciler müstehcen görüntü nedeniyle çekim yapamadı. Sinirlenen medya mensupları, itirazlarını yanlış anlayıp çıplak çıplak kendilerine girişen ve bazılarını altına alıp şaapıyormuş gibi fotoğraf çektiren müdür Ş. Örnek’ten şikayetçi oldular.
FGH – Ankara

Kısmet İşte
Ümraniye’de Kısmet Milli Piyango Bayisi ilginç bir yeniliğe imza atarak müşteri sayısını üçe katladı. Akil hoca tarafından okunmuş üflenmiş olarak müşteriye sunulan biletler kapış kapış gidiyor. Bu promosyonun ay sonuna kadar süreceğini söyleyen bayi yetkilileri bir sonraki ay da her biletin yanında dört yapraklı bir yonca verileceğini belirttiler.
FGH - İstanbul

Heykel Sergisine Baskın
AvvanGarden’da, Cabbar Halis özel koleksiyonu olarak sergilenen Yeraltı Muşmulası konseptli heykel sergisine bir ihbar üzerine baskın düzenleyen polis şaşırtıcı bir manzarayla karşılaştı. Heykeltraşın protestolarına ve darb teşebbüsleri de içeren engelleme girişimlerine rağmen bazı heykelleri balyozla kırmayı başaran emniyet gücü mensupları içeriden canlı insanlar çıkınca hayretler içinde kaldılar. Cabbar Halis’le birlikte karakola götürülen heykel mahkumları oraya kendi istekleriyle girdiklerini, Cabbar beyin kendilerine açılan deliklerden su ve yiyecek verdiğini, böylesine yüce bir sanat için her türlü eziyete katlanacaklarını belirtince olay tatlıya bağlandı.
FGH - İstanbul

Depresyon Kitabı Toplatıldı
Depresyonla ilgili çözümler içeren “Siz ve Bin Yemişin Suyu” adlı kitabın sonunda, kapağın içinde özel bir mahfazaya yerleştirilmiş küçük silahlar bulununca eser piyasadan toplatıldı ve yayınevi hakkında, insanları intihara teşvik etmek suçundan tahkikat başlatıldı. Yazar B. Sur, “İnsanlar bu kitabı okuyup hâlâ sorunlarına bir çare bulamamışsa ölsünler daha iyi,” diyerek tüm ülkede yeni bir tartışmaya ön ayak oldu. Psikiyatrlar Birliği Başkanı Hamdi Ab ise bu isteme yanıt olarak, “Biz olaya başka bir açıdan bakıyoruz, kitap berbat, bu halde merak etmek de hakkımız, acaba yayınevi kendisine para öderken zarfa silah da koydu mu, çünkü kesinlikle kullanmalı. Belki kendisi depresyonda değil ama kötü bir yazar,” dedi. Yazar B. Sur ise sabaha karşı evinde ölü bulundu. Hamdi Ab bu gelişmeler üzerine tutuklanıp, intihara teşvik edici konuşma yapma suçuyla mahkemeye sevkedildi.
FGH - Ankara

Hazine Nerede?
Ellerindeki haritanın azizliğine uğrayıp şehir hatları vapurunun alt kısmında altın aramaya kalkan iki kafadar bir faciaya yol açtı. On kişi kayıp, hazine avcıları da dahil yedi kişi ölü ve sinir krizi geçiren elli yedi bin duyarlı kişi mevcut. Belediye ekiplerinin elli balık adam ve yetmiş levrek kullanarak gerçekleştirdiği özel operasyon sonucunda enkaz dışarı çıkarıldı ve vapuru batırıp kendileri de telef olan ikilinin elindeki harita da ele geçirildi. Hazinenin yerinin resmen vapur resmiyle temsil edildiği görülünce ise enkaz bir gün içinde yok oldu. Ertesi gün İngiltere’de British Museum’da sergilenmeye başlayan vapurla ilgili bilgilerin Ergenekon dinlemelerine takılıp Avrupalı makamlara aktarıldığı düşünülüyor.
FGH - İstanbul

28 Temmuz 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Öfke Kontrolü

Öfke kontrol kursunda bir sürü herif, sinirli sinirli, söylene mırıldana yün örüyorlar. Birden aralarında bir tip “Sikerim laan,” diye yerinden fırlayıp yünleri söküyor, bazı yerlerini ısırırıyor, köpükler çıkıyor ağzından. Elindeki şişleri de yere vura vura parçalıyor. Delirmemek için kendilerini tutup akıllarından matematik problemi çözüyor diğer öğrenciler. Öfkeli bey sakinleşene kadar bekliyor öğretmen ve sonra sakin bir şekilde konuşuyor. “Gördünüz mü, kendinize zarar verdiniz yine Osman bey. Şimdi bir daha öreceksiniz aynı şeyi…” Pişmanlıkla birlikte duygu seli çullanıyor üstüne hemen Osman beyin. Ağlamaya başlıyor hüngür hüngür ve anca yeni şişler eline verilince yatışıyor…
Öğrencilerin anneleri karıları başlarını sallayıp alkışlıyor dışarıda...

FossurGama Sunar: Hamama Giren Ne Yapar?

Elindeki tası kurnaya atıp ayağa kalkıyor birden Selami. “Allaaah!” deyip koşmaya başlıyor sonra. Onunla birlikte ayağa kalkıp, aynen onun gibi bağıran on kişi daha, bazıları özel odalardan fırlayarak paldır küldür dışarı atıyorlar kendilerini. Bir on metre kadar daha, suratlarında garip bir heyecan, elleri kafalarında yürüyüp duruyorlar. Ve onları çırılçıplak gören kadınlar bağırmaya, dükkanlardan fırlayan adamlar “Püü Allah belanızı versin,” şeklinde laf atmaya başlayınca sanki bir rüyadan uyanmışçasına kafalarını sallıyorlar ama hâlâ beyinlerindeki karışıklık, gerçeklerin o sarsıcı, somut dünyasına dönmelerine izin vermiyor. “Ulan, unuttum lan bulduğum şeyi,” diyor at suratlı bir tip. “Birden bağırınca ibneler ben de unuttum, hay sikiyim,” diyor basık, kel kafalı bir başkası. Sonra yine aralarından genç, kırıtık birisi bağırıyor. “Yaa, çıplağız biz yaa.” İşte bu lafla dönüyorlar oyuna. Bilinç yerine gelince panik de üstlerine çullanıveriyor. “Hassiktir,” deyip koşturuyorlar hamama doğru ama bir başka şok da orada yakalıyor onları. Kapı kapanmış. Vuruyorlar, bağırıyorlar, “Açın, açsanıza lan, hişşt, alooo.” En sonunda geliyor cevap. “Siktirin gidin lan, sapık herifler, hadii, bak polisi de çağırdım…” Böylece çıplak da olsalar, eşyalarını bırakıp kaçıyorlar evlerine doğru. Nasıl olsa yarın gelip alırlar bir şekilde…

FossurGama Sunar: Açılın

Bir adam yere yuvarlanmış. Kasılıyor arada tüm vücudu ve kan yürümüş gözleri kapanıp kapanıp açılıyor. Çevresini sarmış bakıyor insanlar ve her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. O sırada “Açılın,” diye meraklıları ittirerek ilerliyor bir adam. “Açılın çabuk, ben yazarım,” diyor öne geçerken ve hastanın durumunu gözlemleyip bir bir yazmaya girişiyor elindeki not defterine…

24 Haziran 2008 Salı

FossurGama Sunar: Kısa Devre

Daha biriyle dalaşmaya gücü yetmeyecekken iki taksi daha durmuş. Levyeler ellerde. Şöförler, incecik, gözleri deli deli bakan delikanlıyı ittire ittire arkadaki duvara doğru sürüyor. Bir şey dese Allah yarattı demeden girişecekler. Öfkeyle soluyor genç. Artık küfredemiyor. Bağıramıyor. Sadece titriyor ve birden bir şeyler oluyor ona. Rengi değişiyor sanki. Kafası hafifçe büyüyüp yerine iniyor. Korkuyla bırakıyor eller yakasını. Gözler panik içinde titreşiyor. Delikanlının çenesi, gözleri, parmakları değişime kapılıp boyut değiştirirken boğazından anlaşılmaz iniltiler dökülüyor.
“Hay anasını, bu ne lan?” diyor şöförlerden iri yarı olanı.
Kaçamıyorlar, yerlerine mıhlanmış, delikanlının gömleğinin patlayışını, düğmelerinin etrafa saçılışını izliyorlar.
Ama birden o kıpkırmızı renk çekilip gidiyor yaratığın yüzünden. Devasa bir boyuta ulaşmış, lif lif kasları sönüveriyor. Tekrar delikanlı kalıyor orada düdük gibi. Sadece giysileri falan yırtık, bir de saçları dağılmış.
“Hay anasını sikiyim be, yine dönüşemedim,” küfrü havada kalıyor.
Korktukları için bir kat daha sinirli, çata çuta girişiyor şöförler ona...

FossurGama Sunar: Bir Seans

“Şimdi elimdeki kolyeye konsantre olmanı istiyorum,” diyor psikiyatr.
Bakıyor şişman kız, dikkatle.
Bir saat kadar sonra kapıyı açıp “Emre beeey, koşun, yine şoolmuş,” diyor sekreter.
Ve yaşlıca bir doktor içeri dalıp ellerini beline koyarak cıkcıklıyor az sonra. “Allah Allaah, bu herife, kolyeye bakmaması gerektiğini nasıl anlatıcaz yahu?” diye soruyor. "Kendi sesinden etkileniyor salak!"
Orada, büyülenmiş gibi, dimdik uyuyor karşılıklı, hem hasta hem psikiyatr...

FossurGama Sunar: Kıyı Boyunda

Gacır gucur sesler. Sarmaş dolaş yürüyen çiftin dişi olanı kulaklarını kapatırken yüzünü buruşturuyor. İnleyip havlıyor, Yeniköy sahilinde dolaştırılan cins cins köpek. “Bu ses de ne lan?” diyor çekirdek çıtlatan iki denyo. Gacırtı gucurtu sürüyor. Orada... Bir akvaryuma ip bağlamış, denize bakınarak dolaştırıyor süs balıklarını bir adam...

20 Haziran 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Kazazedeye Yardım Etmek Sevaptır

Önce sudan çıkan plop sesi, hemen arkasından da tüyler ürpertici bir çığlık. “Yetişiiin, imdaaat, denize düştü denizeee.”
Vapurun giriş bölümündeki açıklık bir anda onlarca insanla kaplanıyor. Ömer de onlardan biri. Denizde, batıp çıkan zavallı adamı gördüğü anda büyük bir kararlılıkla dönüp bakınıyor sağına soluna. Aha! İşte orada. Koşturup duvardan can simidini söktüğü gibi dönüyor. Bir gözünü kapatıp nişan almasıyla savurması bir oluyor. Müthiş bir isabet. Havada süzülüp pat diye boynundan geçiveriyor kazazedenin ve zavallı adam bir anda, batıp yitiveriyor ortadan…
“Aaaa!”
“Naaptın bilader yaa, naaptın!” diye bağırıyor çımacı. “Süstü o yaa, alçıdan yapılmıştı.”
“Hay Allah,” diyor Ömer kafasını kaşıyarak. “Ben de niye o kadar ağır demiştim, demek şeymiş…”
Aval aval, bir denize bir Ömer’e bakıp duruyor dehşet içinde kalmış insanlar…

FossurGama Sunar: Canlandırma – Hastaneden Kaçış

Narkozun etkisinden kurtulup, doktorları falan ittirerek ameliyattan kaçmış, üstünde arkasını açıkta bırakan yeşil bir ameliyat giysisinden başka bir şey olmaksızın hastanenin bahçesinde koşturan bir adam canlandırın gözünüzde… Arkasında hastabakıcılar ve iki üç hademe. Kafatası açık. Koştururken beyni, plop plop zıplayıp tekrar iskeletin içine düşüyor ve her seferinde çarpılmış gibi, ya da elektrik verilmiş gibi, tüyleri diken diken olurken kasılıverip tekrar koşmaya başlıyor zavallı…

FossurGama Sunar: Beklenmedik Telefon

Akşam karısının önüne koyduğu çayı tam yudumlamaya başlayacakken telefon çalıyor.
“Baksana Kerem, benim elim yaş,” diyor karısı.
Gözünü televizyondaki diziden zorlukla alarak ayağa kalkıp ilerliyor Kerem. Ahizeyi kaldırıyor… Boğuk bir ses. Yabanıl ama kendi sesi. Tüyleri diken diken olurken zorlukla yutkunabiliyor Kerem.
“Ben bilinçaltınım,” diyor kendisi fısıldarmış gibi. “Sana delirdiğini haber vermek için aradım.”
Gözleri yuvalarında fıldır fıldır dönerken koridorda durmuş, merakla ona bakan karısını görüyor.
“Kimmiş?” diyor karısı.
Cevap vermiyor Kerem. Kafasını telefonda konuşulan şeyleri tasdik amacıyla emme basma tulumba gibi bir iki kez salladıktan sonra, bomboş bakışlarla koltuğuna geri dönüp çayını içmeye devam ediyor.

13 Haziran 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Kalkış ve İniş

Tüm o sarsıntıdan sonra içine çöreklenen korkuyu atmaya çalışıyor astronot David. Gücü tamamen çekilmiş kollarını önüne getiremiyor. Ekranda sevinen yer takımının cızırtılı görüntüsü bir şey ifade etmiyor ona. İçindeki boşluk, bilinmezliğe doğru atılan adımın getirdiği yalnızlık… Birden haşırt diye açılıyor kapı ve bağırıyor takım lideri Selznik:
“Sürpriiz!”
Kalbi duracak gibi oluyor David’in. Gözleri pörtlüyor. Koltuğunda debelenip kaçmaya çalışıyor. Anlayamıyor noolduğunu orada, kapıdan uzanan başlar kakır kakır gülerken.
“Haa ha haaa. Daha kalkmadın ki oğlum,” diyor Selznik. “Şaka yaptık.”

FossurGama Sunar: Danışma

Havaalanında gazetelere göz atarken kendi isminin bangır bangır öttüğünü duyuyor havada: "Sayın Selim Tayyar, danışmaya bekleniyorsunuz. Acil!"
Böylece tekrar edip dururken Selim toparlanıp yola koyuluyor ve sora sora buluyor danışmayı. İçeride yaşlı, kel bir adam, önündeki bilgisayarla uğraşıyor parmağını tek tek tuşlara bastırarak.
"Buyrun," diyor Selim, peş peşe iki öksürükten sonra. "Ben Selim Tayyar."
Şöyle bir başını kaldırıp yine indiriyor adam. "Oturun bir saniye."
Oturup bekliyor Selim. Parmaklarını bacağının üstünde tıpırdata tıpırdata on dakikayı geride bırakıyor ve sonunda işini bırakıp ona bakıyor adam.
"Bize danışacağınız bir şey var mıydı?"
"Yoo," diyor Selim şaşkın.
Tekrar eğiyor başını adam ilgisiz. "Peki o zaman, gidebilirsiniz."
Hışımla kalkıyor ayağa Selim. Adamın yakasına yapaşıp iki tokat aşketmek istiyor ama o sırada yeniden isminin çağrıldığını duyuyor.
"Selim Tayyar, Selim Tayyar, lütfen danışmadan çıkınız."
Tek tek tuşlara basmaya devam ediyor adam, onu tamamen unutmuş...

FossurGama Sunar: Göster Bakayım

Salonda oturuyor misafirler. Yemek yenmiş, hoş bir sohbet yüzleri gevşetmiş. Beş yaşındaki piç suratlı oğlu içeri girince keyifle bağırıyor Abdullah. “Hişt, Serko, göster bakayım len ağbilere numaranı… Hadi oğlum, bak bekliyo herkes.”
Tezahürat başlıyor ve oğlan öyle fazla da naz yapmadan şakkadanak indiriyor pantalonuyla donunu. Hoppaa! Alkışlar gırla giderken, “Hayır yaa, durun bi, numara bu değil ki?” diye susturmaya çalışıyor Abdullah onları ve sesleri kesilirken, şaşkınlık içinde küçük çocuğun poposuna dikiyorlar gözlerini. Daha çok kulakları aktif rol oynuyor aslında, çünkü resmen cıvıl cıvıl bir bülbül sesi geliyor oradan…

FossurGama Sunar: Gökdelendeki Ses

Binada herkes odalarından, katlarından dışarı fırlamış yeri göğü kaplıyan sesi dinliyor. Bazıları yoğunluğuna katlanamayıp kulaklarını tıkamaya çalışıyor avuçlarıyla. Eskiden avcılık yapmış bir herif “Bu şeye benziyor,” diyor. “Sanki, evet ya, ördek çağırmak için kullandığımız düdüğe… Kızışmış dişi ördek sesi!”
O sırada bir kadın, parmağın pencereden dışarı uzatmış, bağırıyor. “Bakın! Ördeklere bakın!”
Oraya koşturanlar görüyor ki, yüzlerce ördek, üstlerinde patlayıcılar, kanatlarını sakin bir ritmde sallayarak yaklaşıyorlar binaya…

FossurGama Sunar: Arabaya Binmek

Evden çıkarken gözleri kuşkulu, kaşları çatık Adem beyin. Dikkatle bakıp da bir şey görmeyince az buçuk rahatlıyor, ama yine de fazla gevşemiyor. Sağa sola uzanıp iyice gözden geçiriyor arabasını ilerlerken. Ve galiba, evet, hafif hafif bir titreşme… Öyle mi gerçekten! Emin olduğu anda, “Ulaan, ulaan!” diye bağırarak koşturmaya başlıyor ve arabanın arkasından pantalonunu toplayarak fırlayıp kaçıyor derbeder bir tip. Öylece, o önde Adem bey arkada, küfürler havada uçuşurken koşup gidiyor ve yokoluyorlar sokak aralarında. Haklı Adem bey. Bu deli; yalamayı, okşamayı falan bırakmış, şimdi de resmen egzosundan tecavüz etmeye yelteniyor kız gibi Clio’suna…

FossurGama Sunar: Oyuncu Değişikliği

Tabelayı kaldırıyor üçüncü hakem. Hasan dizlerini yukarıya çekip, bir seyircilere bir oyuna bakarak bekliyor kenarda. Heyecanı belli oluyor yüzünden. Oyun durur durmaz kenarıya doğru koşturuyor orta saha oyuncusu Bülent. Ellerini birbirine çarpıyorlar ve alkışlar içinde başlangıç noktasına doğru hareketleniyor Hasan. Hocanın talimatlarını gerekli kişilere bağırarak yerine ulaştığında son bir esnetme hareketi daha yapıyor ve birden, krak diye bir sesle kalıyor yerinde. Pozisyonunu bozmadan zar zor elini kaldırıp yardım dileniyor. Sağlık görevlileri sahaya dalıp onu bir sedyenin üzerinde dışarıya taşıyorlar ve hiç ses çıkarmadan, büyük bir suskunlukla seyrediyor seyirciler olan biteni.

9 Haziran 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Vapur Arkası

Çaycı kapıyı açıp dışarı çıkıyor. “Var mı çay içen?” diye sorarken gözleri hızla, dışarıda oturmuş manzaraya, ellerindeki gazetelere falan bakan tipleri tarıyor. Birisi de kaldırmıyor kafasını. Şıpıdak şıpıdak arka tarafta asılı bayrağa doğru yürürken bir daha bağırıyor.
“Çay içen var mı abiler?”
Birden kalkıyor hepsi. Üstüne koşarlarken şaşıran çaycı hala elindeki tepsiyi düz tutmaya çalışıyor. Ama başarmasına olanak yok. Ellerinden, kollarından, bacaklarından yapışanlarla havaya kalkarken tüm çaylar yere dökülüyor ve bağırıyor o, “Nooluyo lan, hişt, durun lan!..”
Paldır küldür koşturup aşağıya, denize atıyorlar onu ve tekrar yerlerine dönüp sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, iki dakika önce ne yapıyorlarsa onu yapmaya devam ediyorlar…

FossurGama Sunar: Gece Ziyafeti

Saat gecenin ikisinde sokakta yere, dizleri üzerine çöküp eğilmiş; kimbilir hangi vakit kim tarafından o mahalleye armağan edilmiş kusmuğu yalayan şu adamı aşırı sarhoş bir derbeder sanıp boşu boşuna alay ediyor, tek tük yoldan geçenler. Bir polis ihtiyatla yaklaşıp boşu boşuna tekmeliyor kalçasını. Uyurgezer o. Evinden yarım saat kadar önce, öylece uyuyakaldığı günlük kıyafetleriyle çıkıp bu sokağa sapan ve rüyasında lezzetli bir Ali Nazik yediğini düşünen zavallı bir adam sadece.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

FossurGama Sunar: Trafik Işıkları

Ana caddenin kenarında durmuş umutsuz gözlerle trafiğe bakıyor Celal. Vızır vızır. Sanki kulağının yanından kızışmış bir arı geçiyormuş gibi ses çıkarıyor her araba ve o, trafik lambalarının bulunduğu direğe bakıyor şimdi. Çözüm belli. İlerleyip yanına geliyor ve eli, yayalar için yeşil ışığı devreye sokan düğmeye uzanıyor. Basmasıyla büyük bir gürültü kopuyor. O pantalonu falan yanıp, kıç üstü iki metre geriye düşerken bir füze gibi gökyüzünün maviliğinde uçup gidiyor direk, trafik lambalarını da beraberinde götürerek.
Arabalar da duruyor tabi.

FossurGama Sunar: Kırlangıçlar

Çaybahçesinde oturmuş üçüncü çayını yudumlarken kimbilir kaçıncı kez gözünü kısıp doğruluyor Ahmet bey. Kalkıp ağacın altında tek başına oturan şişman adamın yanına gidiyor ve merakla soruyor: “Affedersiniz, şu kırlangıç, gelip gelip burada kayboluyor. Acaba?..
“Evet yahu,” diyor şişman adam gülerek. “Boynumun altına yuva yaptı kerata, orada yavrularını besliyor.”
Gözlerini pörtleterek eğilip adamın gıdısına sıkıca kurulmuş çamur, tükürük, saman karışımı yuvaya ve içinde küçücük kafalarıyla etrafa bakınan iki yavruya bakıyor Ahmet bey.
Bir şey demek istiyor ama diyemiyor…

23 Mayıs 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Futbol Mutbol

Maç çıkışı, amigo Sarı Mahinur, arkasına yüzlerce kişiyi katmış, elindeki megafonla “Bir baba hindi” falan diye bağırtarak yürüyor. Ne dese coşkuyla tekrar ediyor galeyana gelmiş tipler ve o sırada değişik bir fikir geliyor Sarı’nın aklına. “Ulan,” diyor kendi kendine. “Bu herifler, şunu şunu, bunu bunu da tekrar eder mi lan acaba?” Sonra ilk sloganı patlatıyor: “Sosyal Güvenlik Yasası, Sömürü Maşası!” Ve o, köylü, öğrenci, emekçi falan, devam bağırmaya devam ederken, görüyor ki arkadaki kitlenin coşkusunda bir gram bile bir azalma yok. Hatta daha bile fazla çıkıyor sesleri. Böylece hep beraber Taksim’e kadar yürüyüp, copları yiyip, taş ata ata sokak aralarına kaçıp dağılıyorlar ve ilk kez akşam, müthiş bir uyku çekiyorlar, vicdanları tamamen rahatlamış…

21 Mayıs 2008 Çarşamba

FossurGama Sunar: Büfeci

Ara sokakta kimse yok. Cebinden cüzdanını çıkararak yaklaşıyor Murat büfeye. Hemencecik bir sigara almazsa kafayı yiyeceğinden emin. Eğilirken binlerce kez yinelediği soru beyninde hazırolda bekliyor. Fakat soramıyor o. Kağıt para elinde sallanırken, kekeleyerek; tabureye oturmuş, silahı kafasına dayamış, intihar etme hazırlığındaki büfeciye bakıyor ve “Ee şey, pardon!” deyip oradan uzaklaşma telaşına kapılıyor.
İndiriyor büfeci silahı hızla. “Önemli değil bilader, ne vardı?” diye soruyor.
“Şey, öhö, ben bir Winston light alacaktım,” diyebiliyor Murat kurumuş boğazından nasıl çıkarttıysa.
Kalkıp parayı alıyor, sigarayı ve para üstünü uzatıyor adam.
Hızla dönüp uzaklaşıyor Murat. Köşeyi dönene kadar, boncuk boncuk ter akan yüzü kasılmış, bir silah sesi bekliyor ama gelmiyor. Kalabalığa karıştığı ve sigarasını yaktığı anda bir rahatlık çullanıyor üstüne…

17 Mayıs 2008 Cumartesi

FossurGama Sunar: Tuzun Geldiği Nokta

Uzunca bir yemek masası. Ciddi bir toplantı. Zoraki gülümsemeler. Yemekler birer birer konuyor konukların önlerine ve çekiliyor garsonlar hürmetle.
“Tuzu uzatabilir misiniz?” diyor Akol şirketler grubu başkanı Hüdayi Badır.
“Tabi ki,” diyor Yafa yönetim kurulu başkanı Selami Yakar.
Birbirinin aynısı iki baharatlıktan birisini alıp deniyor. Eline akanın tuz olduğunu görünce yanındakine veriyor. O da kendi yanındakine. Ve böylece üç kişiyi daha geçerek Hüseyin beyin eline ulaşıyor tuz. Kavrayıp yemeğin üstüne götürüyor ve dökmeye başlıyor.
Ama o da ne? Dökülen şey tarçın!.
Herkes gülmeye başlıyor.
“Allah Allah, kulaktan kulağa oyununda yaşanan şeyin elden elede de yaşanması ne kadar garip değil mi?” diyor Hüdayi bey kafasını sallayarak.

15 Mayıs 2008 Perşembe

FossurGama Haberler

İstanbul İçin Yeni Trafik Kuralları
İstanbul Belediyesi’nin, Trafik Müdürlüğü’yle ortaklaşa yayınladığı yeni araç kullanma kılavuzunda yazılan enteresan şeyler hem yurtiçinde hem de yurtdışında ilgiyle karşılandı. İşte kurallardan bazıları: Bundan böyle, altmış yaşının üstünde yaşlılar trafiğe anca beş tekerlekli araçla çıkabilecek, renk körlüğü çekenlerin kırmızı ışıkta geçmesi suç sayılmayacak, içkili yakalananlar nas suresini sonuna kadar doğru düzgün okursa ceza almaktan kurtulacak, sürücünün ezdiği kişi sabıkalıysa alınan cezada otomatikman indirime gidilecek, kamyon arkası yazıları diğer sürücüleri eğitici nitelikte olacak vb…
FGH – İstanbul

Kanadalı Bilimadamlarından İnanılmaz Buluş
Kanadalı bilimadamları bildiğimiz boku yenebilir hale getirerek bilim dünyasında küçük çaplı bir infial yarattılar. Tatlı ve tuzlu olmak üzere iki çeşit ve pembe renkte piyasaya sürülmesi düşünülen “Vata” adındaki yiyeceğin alıcısının olup olmayacağı merak konusu.
FGH – Kanada

Kafa Türbanı

Kafaya lazerle dikilen ve asla çıkmayan türbanlar yeni bir moda başlatacak gibi görünüyor. Duşta, yatakta ve her türlü kişisel özgürlük alanında aniden birisinin girmesiyle bozulacak namuslarının garantiye alındığını düşünen dini bütün kadınlar bu buluştan oldukça memnun görünüyor. Aralarından N. T. adlı bayanın söylediği şu söz aslında her şeyi özetliyor: “Ne bilim, mesela örnek misali gömüldük diyelim, o zaman da başımızda olacak türban çok şükür, cennete gönlümüz ferah gidicez, öyle değil mi yani, yalan mı?”
FGH - Ankara

Masaj Koltuğu Dehşeti
Bir gün önce Nermin A. adındaki kadın Kayseri Ankara yolundaki Akyayla Konaklama Tesisleri’ndeki masaj koltuğunun kendisine tecavüz ettiğini iddiasıyla polisleri işletmeye doldurdu. Böyle bir şeyin imkansız olduğunu söyleyen patron Ali S., koltuğunun suçsuzluğunu ispatlamak için tezgahtar Şule B.’yi koltuğa oturtunca herkesin gözleri önünde bir dehşet yaşandı. Koltuğun kenarları kızı sıkıştırmış, alt tarafta beliren sertlik de affedersiniz ama cinsel organına girmeye başlamıştı. Balyozla kırılan koltuğun içine cin girmiş olabileceği düşünülüyor ve polisin nezarethaneye götürdüğü koltukla ilgili mahkemelerin ne karar vereceği belirsizliğini koruyor.
FGH – Kayseri

Canlı Yayın Şoku
İki büyük televizyon kanalı Show TV ve Kanal D mahkemelik oldu. Prof. Dr. Ömer Tal’ın da bu iki güzide kanalımızı dava ettiği olay şöyle gelişti. Show TV’de Ana Haber bültenine çıkarılan Ömer Tal, canlı yayında Kanal D’nin gönderdiği adamlar tarafından kaçırıldı ve apar topar diğer taraftaki canlı yayına çıkarıldı. Bunu protesto eden ve konuşmama kararı alan profesörün, arkasında yere çömelmiş bir cüce tarafından silahla tehdit edildiği de açıkça yayına yansıdı. Kanal D tarafından savunulduğu gibi, yasadaki bir boşluğun izin verdiği bu olayla ilgili mahkemeden olumlu yönde bir karar çıkarsa konuk kaçırmaların olağan hale geleceği düşünülüyor.
FGH - İstanbul

Özel Formanın Nimeti

Malatyaspor’da oynayan Yener Alım’ın, iki hakemi yaktıktan sonra foyası ortaya çıktı. Kumaşta renk oynamasıyla, kendisine sırt numarası değişen özel bir forma yaptıran Y. A. ilk sarı kartı gördükten sonra numarayı değiştirerek ikinci sarı karttan, yani kırmızı karttan kurtulmuş, böylece hakemlerin de kural ihlali yapmasına yol açmıştı. Oyuncusunun arkasında yer alan Malatyaspor, rengin güneş yüzünden aniden değişmesinin şaşılacak bir şey olmadığını savunurken, Federasyon’dan bazı yetkililer, Y.A.’nın iki hafta kadar yedek oturma cezası alması gerektiğini düşünüyor.
FGH – Malatya

Habercinin Cingözü
Köpek adamı değil adam köpeği ısırırsa haber olur, sözünden yola çıkarak Kongo Kırım kanamalı virüsü taşıyan bir keneyi ısıran Adil Y. Adlı beş yıllık gazeteci zehirlendi. Hastanede serum bağlanan A. keneyi yoğurt yedikten sonra ısırdığı için başına bunların geldiğini söyledi.
FGH - Ankara

Peynircide Arbede
Ankara, Sakarya’da bulunan Lezzet Peynircisi’nde arbede yaşandı. Olay mahalline giren Caner B. adlı vatandaş yanındaki kutudan, özel olarak yetiştirildiğini söylediği bir fare çıkararak peynirleri ona denetmek istedi. Buna kesinlikle karşı çıkan ve o pis hayvanı dükkanından hemen çıkartmasını söyleyen peynirci Musa Yetiş’le, isteğinde ısrar eden ve hayvanına hakaret edilmesini içine sindiremeyen Caner bey tekme tokat kavgaya tutuşunca araya diğer esnaf girdi ve Caner beyi bir güzel dövdüler. Götürüldüğü karakolda polisler ve ifade almaya gelen savcı tarafından da tartaklanan Caner bey herkesten, özellikle de medyadan şikayetçi olacağını söyledi. Karakoldaki bir polis ise sokağın başındaki peynirciden on değişik peynir getirttiklerini ve farenin gerçekten de en güzelini seçtiğini söyleyerek Caner beyden herkesin özür dilemesi gerektiğini ifade etti.
FGH – Ankara

FossurGama Sunar: İşe Geç Kalmak!

Sokakta, arabaların arasında durmuş avaz avaz bağırıyor bir adam: "Nurteen, hadisene be ya!"
Üçüncü katın penceresinden çıkıp “Ay dur!” diye bağırıyor şişko bir kadın nemrut yüzüyle. “Patladın mı ayol!”
“Yahu işe geç kaldım, atsana şunu, Allah Allaaah!” diyor adam.
Beş saniye geçmiyor, yoldaki beş altı kişinin faltaşı gibi açılmış gözleri önünde, kadın orada belirip elindeki altı yedi aylık çocuğu aşağıya fırlatıyor. Adam da rahatlıkla yakalayıp arabasına doğru yürüyor hızlı hızlı. Bir de söyleniyor durmadan: “Salak karı, daha annesine bırakıcaz, bi de Kadıköy’e dönücez, bir şey anlamıyor ki mankafa!"

17 Nisan 2008 Perşembe

FossurGama Sunar: Dünya Görmedi Böyle Bir Şey

Fatih’te bir düğün salonu. İrili ufaklı, genciyle, bebesiyle bir sürü tip yerlerde. Sandalyeler devrilmiş. Gülenler, kahkaha atanlar, yüzünü çizip üstünü başını yırtanlar, kusanlar… Ve aralarında dolaşıp durmadan dua okuyan beş kadar imam. Salonun girişinde kocaman, bez afiş her şeyi açıklıyor:
“Toplu Şeytan Çıkarma Etkinliği – Fatih Belediyesi”

FossurGama Sunar: Nereye Selçuk?

Bakkaldan içeri hızla giriyor Selçuk. “İyi günler. Bir Winston light versene!” diyor acelesi olduğunu belli eder bir tavırda ve o sırada, yani biraz geç, incelemeyi akıl ediyor içerideki yüzleri. Aslında üstüne çullanan his zorluyor kendisini.
“Buyur bilader,” diyen bakkalın üstünde garip bir küstahlık göze çarpıyor. Bıyıklarını buruşunda bir mana var sanki. Gözlerinin parıldayışında iğrenç bir şeyler. Rahatsız edici. Hemen yanında iskemleye oturmuş çiroz da gevşek bir ağızla kendisini süzüyor fütursuzca. Meraklı, bir şeyler bekleyen bir bakış onunki…
Sinirleniyor Selçuk. Yavşaklara bak be! Hızla sigarayı bankodan alıp parayı önüne atıyor bakkalın ve hiçbir şey demeden çıkıyor dışarıya. Her yeri magandaların kapladığını düşünerek öfke içinde yürüyor yokuştan yukarıya. O hırsla caddeye çıkması çok da sürmüyor. Fakat düşüncelerini tekrardan günlük yaşama yöneltmeyi başardığı anda başka bir sorun çullanıyor üstüne. Şimdi de kendisine bakıp kıkırdayan bazı insanlar görüyor. Haydaa! Merakla döndürüyor başını bir oraya bir buraya ve her saniye daha da kontrolden çıkıyor siniri. Resmen ona bakıp birbirlerini dürtüyor herifler. Orospu çocukları!
“Ne bakıyorsun lan!” diye bağırıyor bir tipe. Hedef aldığı, rahatça canına okuyacağını düşündüğü daha yitmemiş bir genç.
“Altına baksana salak!” diyor gencin yanındaki kız. “Gerizekalı!”
Ve onlar gülerek kaçarken Selçuk da pat diye durup aşağıya bakıyor ve beyninden vurulmuşa dönüyor. Pantolonu yok! Ceketi, kravatı, ayakkabıları, çorapları, donu üstünde ama pantalonu gitmiş. Nasıl olur?
Utançtan kıpkırmızı yüzüyle bir anda dönüp delice koşturuyor evine doğru. Alaylar gırla gidiyor arkasından.
“O bakkal yaptı,” diye bağırıyor, yokuştan aşağı yuvarlanırcasına inerken. “Şikayet edicem onu. Beni hipnotize etti. Görecek o. Bakalım içeri atılınca da öyle küstah küstah bakabilecek mi? Evet. O yaptı bunu. Şüphe yok. Görecek gününü. Evet!”

28 Mart 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Diş.

Dişçi koltuğunda, uyuşturucu iğneden iki adet yese de inlemesi kesilmeyen Nuri’nin azı dişi çekiştirilip duruluyordu yumuşacık bir doktor eli tarafından. “Aıhh!” diye bir ses. Ve birden pensede kalıverince diş geriye sendeleyip zar zor toparladı kendini doktor. Sonra “İyisiniz değil mi, geçti gitti işte,” dedi. “Bakın, yaramaz dişimiz de bur…” Lafını kesip dişi döndürdü pense benzeri aletin ucunda. Sonra yaklaştırdı başını hafif ve sanki gözleri büyüdü.
Kan ve balgam dolu ağzıyla “Noolfddu?” şeklinde bir şeyler geveledi Nuri. Meraklanmıştı. Sanki dişine kanser atlamış ya da bir orada bir keçi boku duruyormuş gibi öyle şüpheli şüpheli ne bakıyordu bu herif de be!
“Yok bi şey, yok da, dur bi bakalım…” Yürüyüp masasına otururken asistanını da yanına çağırdı dişçi. “Hımm,” dedi biraz sonra o da. “Çok ilginç,” diye söylendiler ardından. Eğilip uzayan bir büyüteci yanlarına çekmişlerdi ve oldukça ciddi görünüyorlardı.
Balgamı suyla tükürüp ayağa kalktı Nuri çenesindeki uyuşukluğu falan unutarak. “Noolufyo yaa! Bi şey mi vaar doktoo bey?”
“Şeey,” dedi adam. “Sanki dişinizin ortasına bir oyuk açılmış da bir şeyler sokulmuş gibi görünüyor. Hiç görmedim böyle bir şey. Nano teknolojiyle falan yapılmış olmalı…”
“Afedersiniz,” dedi asistan gözlerini kısarak. “Casus musunuz yoksa?”
“Ne casusu yaa,” dedi Nuri. “Nerden çıktı şimdi bunlar. Allaallaaa!”
Ve bundan sonra işler daha da çetrefilleşti. Hemen telefonlar edildi. Nuri ve diğer dolgusu yerinde bekler, o da söylenip dururken doktorlar laboratuarda toplanıp olayı çözüme ulaştırmak için var güçleriyle çalışmaya başladılar. Diş kesilip, söz konusu küçücük şerit ortaya çıkarıldığında polisler de olay yerine varmışlardı. Hastanenin en güçlü mikroskobu da bir hademenin elinde ortadaki masaya getirilip konduğunda tüm doktorlar ve araya sıkışabilen herkes acaba profesör doktor Ahmet Kumcu’nun ağzından ne çıkacak diye beklemekteydi.
Hafif daha yaklaştı ve hecelemeye başladı profesör. “Buuu…”
Çekildi geriye birden ve şaşkın bir halde tepesine toplaşmış doktor kadrosunu süzdü.
“Evet hocam,” dedi birisi. “Bu!”
“Bu dişi çeken ibnedir yazıyor arkadaşlar!”

FossurGama Sunar: Foto Finiş

Atlar kumlu pistte delice bir hızla gider, jokeyler kısa kırbaçlarını kaba etlerine indirirken, Gökhan bir eliyle arkadaşının ceketini yakalamış, sarsıyor, “Kop da gel be oğlum, üzme bizi be, hadi lan!” diye bağırıp duruyordu. Fakat tüm o sert sözler birbirine girmiş üzgün kaşların, ağlamık suratın çaresizliğini örtemiyordu. Arkadaşıyla birlikte son paralarını da şu Selamet denen ata yatırmışlardı ve liderin beş metre gerisinden geldiğine göre, şu son düzlük onların yıkımı olacak, bir daha bellerini falan toparlayamayacaklar demekti. Nasıl da inanmışlardı lan şu orospu çocuğu Hamdi’ye. Aaah ah!
“Hadi be yavrum, yürü bee!” Ses acıklı bir şekilde titrerken metreler nalların altında eriyip gitti. “Kop da gel be yavrum!” Son otuz metre. Durdu Gökhan. Bağırmayı bıraktı, bir dakika kadar önce sesi soluğu kesilen arkadaşı gibi. “Yandık anasını satayım, yandık ki ne yandık” dedi ve o sırada patladı bir silah. Yankılar uçuşurken Gökhan öndeki atın tökezleyip yuvarlandığını, jokeyinin savrulup gittiğini gördü. Dilini yutmuştu herkes. Sessizliğin içinde döndü ve Serdar’a baktı yutkunarak. Elindeki silahı indirip “Sen paraları al,” dedi arkadaşı. “Karıma, çocuğuma bakarsın. Ben yatarım bir süre çıkarım!”

14 Mart 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Kraliçe

Çimenlere serilmiş, küçük beyaz bulutların geçişini izleyerek kır havasının tadını çıkarmaya çalışıyordu Yavuz. Ama onu bir süredir rahatsız eden şeye dayanamadan tekrar dikildi. Bir ses. O pastoral atmosferle, insanlardan, evlerden arınmış saf yeşillikle alakası olmayan bir ses. Ayağa kalktı ve kulağını iyice vererek ilerledi. Yürüdü yürümesine ama bir mırıldanmadan öteye geçmeyen o lanet olası gürültünün kaynağına bir türlü ulaşamadı. Ne var ki yükselmişti ses. Sonra birden döndü. Olabilir mi dedi içinden. Soru falan sorma zamanı değildi. Yürüdü temkinli adımlarla. Telleri atlayıp geçti. Soluğunu bile tuttu kutunun oraya varırken. Hayvanları kızdırmamaya dikkat ederek yavaşça eğildi ve güçlü soprano ses kulaklarına gayet net, içerideki çeperlerde doğan yankılarla ulaşıverdi.
Seda Sayan’ın Geri Gel’ini neredeyse aynen söylüyordu kovandaki Kraliçe Arı!

FossurGama Sunar: Tahammülsüz

Zafer denen adam, otostop yapan kızı arabasına alalı on dakika ya olmuş ya olmamıştır. Bu süre zarfında bir şeyler konuşmuşlar, hatta kız birkaç kere gülmüştür bile. Sorar Zafer fırça gibi saçlarını geriye atmaya çalışarak. “İşin var mı şimdi? Bizim eve gitmeye ne dersin?” Bıyıklarının altında ıslak ıslaktır dolgun dudakları.
Asılır kızın yüzü hafif. “Yok, benim şeye gitmem lazım.”
“Neye gitmen lazım.”
“… Eve gidicem.” Kesin ve aksidir kızın ses tonu.
“Tamam, sorun değil,” der Zafer ve uzanıp paneldeki büyükçe bir düğmeye basar.
Birden yüksek bir zırıltı eşliğinde tavan açılmaya başlar.
“Naapıyorsun?” der kız, kendince havanın soğuk olduğunu ima etmeye çalışarak.
Ama cevap vermez Zafer. Önündeki yola kilitlemiştir gözlerini.
Ve birden müthiş bir hızda havaya fırlar kızın koltuğu, altındaki yayın boşalışıyla. Haykırış gökyüzünün mavisine karışır. Kız yandaki araziye doğru uçar gider ve yavaşlayıp döndürür Zafer arabayı. Başka bir hatun bulabilme umuduyla yeniden üniversite çıkışına doğru yönlenirken koltuk da gıcırtılarla yerine oturmaktadır…

FossurGama Sunar: Bu da Kim Lan?

Mezara inmiş şapşal şapşal bakınıyordu Selim. Demek doğruydu bulduğu harita. “Amman be yavrum, vurdum sonunda voliyi be!” deyip ilerledi, elindeki gaz lambasının ışığında tilki gibi dört bir yana bakınarak. Sonra yerdeki altın lambayı gördü. Yakutlarla, kehribarlarla, akiklerle ustaca işlenmiş, insanın gözünü bırakın, kalbini de alıp sünger gibi sıkıyordu. Allaaah!” diye bağırıp üstüne atladı Selim. Alıp dikkatlice kaldırdı havaya. Dayanamayıp okşadı göğsüne yapıştırarak. “Ne güzel lan! Oooh!” Bir daha okşadı. “Zengin oldum ulen, zengin, hem de ne biçim.” Bir kez daha. “İstanbul’u alırım lan bununla, Boğaz köprüsünü alırım amına koyayım!” Garip bir uğultu, bir duman, sarsıldı lamba. Tuttu sıkıca Selim ve bir anda karşısına konuverdiğini gördü garip giyimli bir adamın. Şarlatan gibi giyinmiş, ayılama bir herif. Arap yüzüyle yaklaşıp konuştu: “Beni kurtardın, şimdi söyle sahip…”
“Siktir git lan,” diye var gücüyle haykırdı Selim ve bir anda tekme tokat girişti bedevi kıyafetli araba. Dışarı attı kendini cin ne olduğunu anlayamadan, üstüne başına inen darbelerden korkarak ve sonra kaçtı bu manyakla baş edemeyip yok olarak. Selim de hiç beklemeden koşturup gitti ağaçların arasında. Kurtarmıştı lambasını bir beleşçiden ve başkaca hiçbir şey yoktu o tömberlek kafasında. Var gücüyle koşuyordu evine doğru…

FossurGama Sunar: Bar Hizmeti

Birasından soğuk, esaslı bir yudum çekip çevresine bakındı Kerem. Bir iki kız vardı topu topu ama yine de keyifli bir atmosferle sarılmıştı bar. Müzik de kıyaktı. Fakat birden garip bir acı hissetti dudağında. Korktu da hissettiği soğuklukla. Hemen elini götürdü ve yıvış yıvış bir şeyler algıladı orada. Çekmeye çalıştı iğrenerek ama gelmedi o yapış yapış şey ve canı daha çok acıdı. Garson tepesinde bitmişti bir anda. “Bir şey mi oldu?”
“Bu ne be?” dedi Kerem kalkmaya çalışarak, “Çabuk al şunu!”
“Arkadaşım,” dedi garson anlayışlı bir şekilde gülerek. “Sülük o, zararlı bir şey değil ki?”
“Sülük mü?” dedi Kerem, hayvanın kuyruğu ağzına girdiği için zor bela.
“Evet, yeni hizmetimiz bu. Biralara koyuyoruz. Müşteriler bira içerken onlar da kirli kanı temizliyor.”
“Haa!” diyerek oturdu yerine Kerem ve utanarak birasına baktı. Salak gibi hissetti kendini korktuğu için ve “Bir patates getirsene bana bilader,” dedi.
Giderken “Çok tuzlama patatesi, çıkar o zaman yerinden,” dedi garson…

FossurGama Sunar: İki Yakın Arkadaş

Dalgalar kıpır kıpır birbirinin içine geçer, güneş tepeden insanların üstüne ateşini kusarken denizde ağır ağır yüzüyordu iki herif. Ortak noktaları şişko, kel, kırklı yaşlarda olmaları ve ikide bir ebleh bir şekilde birbirlerini dürtüp üzerlerine su atmalarıydı.
“Harbiden lan,” dedi burnunun dibi kaşlarının üstüne çıkmış gibi görünen, bir de utanmadan dişlek olan. “Niye daha çok buluşmuyoz anasını satayım. Kardeşim gibi seviyom lan seni. Allahsız pezevenk!”
“Ben de öyle amına koyayım,” dedi gergef suratlı olanı. Pörtlemiş gözleriyle sevecen bir şekilde bakmaya çalışıyordu. “Öl de öleyim bilader. Senin için köpek boku yerim Allahıma lan.”
“Yemek dedin de, ne yicez lan öğlen, şöyle et met alalım bi cız bız yapalım.”
“Ayıp ediyon abicim,” dedi öbürü, “Sana kuzular, danalar feda olsun.” Daha da konuşacaktı ama arkadaşı öbereey, diye bir ses çıkarıp götüne neft yağı sürülmüş gibi kendini denizden beline kadar dışarı atınca ve dönmeye çalışınca o da kafasını çevirip telaşla baktı ve o kara yüzgeci kendi gözüyle nah hemen karşısında gördü. Amanın! Nın nın nın nın sesleri kulaklarında, iskeleye doğru şapadak şupadak, birbirlerini iterek, ayaklarıyla vurup diğerini arkada bırakmaya çalışarak, sonra daha da abartıp kulaklarından falan çekerek yüzdüler. Kıyıdaki herkes delice bağırışlarından rahatsız olup dikilmiş onlara bakıyordu ve gördükleri, sonunda iskelenin merdivenine ulaşmış, birbirine okkalı tokatlar atarak bağıran, aşağı çeken adamların bu yüzden bir türlü yukarıya çıkamadıklarıydı. Arkalarında da bir yüzgeç tatlı tatlı salınarak yaklaşıyordu bu arada. Önce dişlek olan çıktı, peşinden de diğeri ve tıkanarak kendilerini yere attılar. Soluklarını düzenlemeye çalışırken doğruldular hala dehşet içinde ve peşlerinden yüzgeç oyuncağıyla iskeleye çıkıp aralarından geçen sarı çocuğu izlemek zorunda kaldılar, bir süre gerçekten de ne olduğunu anlayamayarak. Ardından yine birbirlerine baktılar ve insanların kıkırdamaları kulaklarında ayağa kalktılar.
“Gidip şurda bir bira içelim lan yemekten önce,” dedi pörtlek göz, kanayan yüzünü eliyle tutup gizleyerek.
“İçelim amına koyayım,” dedi dişlek. Kaşı iyice açılmıştı ve bir dişi de kırılmıştı sanki.

7 Mart 2008 Cuma

FossurGama Sunar: Tanıdın mı Beni?

Bankta oturmuş boğazdaki enfes manzarayı seyrediyordu Necati. Arkasında bir ses duydu ama böylesine bir şey de beklemedi hiç: Birden iki el gözlerinin önünde kavuşmuş, bir herif onu olduğu yere mıhlayıp, geri dönmesine izin vermeden kikirdemiş ve beklemişti.
“Nooluyo lan,” gibisinden haşin laflardan sonra “Kimsin oğlum? Serkan, sen misin?” demiş ve beklemişti Necati. Ama ne yanıt gelmiş ne de kafasını saran mengene bir gıdım gevşemişti.
“Hayati?”
“Kerem?”
“Muharrem?”
“Eee, yeter artık lan, bırak, sikicem bak.”
Sinirle dönmeye çalıştı, dirseğini bankın üstünden geçirip böğrüne indirmeyi denedi ama hiçbirisi kâr etmedi. Saymaktan başka çaresi yoktu. Bir sürü isim. Ve sonunda. “Adem!”
Gevşeyip çekildi eller. Kalktı hemen Necati banktan. Gözlerini ovuştururken döndü ve pala bıyıklı, iri yarı, yoluk yoluk yağlı saçlı, hiç de tanımadığı bir herif gördü karşısında pişkin pişkin gülen.
“Ben, ben, seni tanımıyorum ki arkadaşım,” dedi hafif çekingen.
“Ben de seni tanımıyom amına koyayım,” dedi herif ve gülmeye devam etti.

20 Şubat 2008 Çarşamba

FossurGama Haberler

Genelevde Kontrol
Kayseri belediyesi genelev girişlerinde santim kontrolü başlattı. Cinsel organları yirmi santimin üzerindekilerden yıpranma vergisi alınırken, on santim altındaki kişilere de indirim yapılacağı pezevenk Kadri Suser tarafından basın toplantısında gazetecilere anlatılıp, uygulamalı olarak da gösterildi. Daha sonrasında haklarından yararlanmak üzere içeri alınan ilgili basın mensupları birbirlerini genelevde çekerek haber yapma, yani madara etme çabasına girince arbede yaşandı.
FGH – Ankara

İntiharın Yeri
İntihara eğilimli insanların, ileride kentlerde görüntü kirliliği yaşatmamaları nedeniyle, devlet imha çiftliklerinde yok edilmesi kanunu sonunda üçte iki oy çoğunluğuyla kabul edildi. Çiftlikler yapılana kadar gerekli işlemler için mezbahaların kullanılması düşünülüyor. Psikiyatristler Derneği başkanı Adil Asil de bu konuda ellerindeki bilgileri devletle paylaşma konusunda bir çekinceleri olmadığını, bu arkadaşların nasıl olsa günün birinde intihar edeceğini, bunun abuk sabuk yerlerde yaşanıp başka insanların psikolojisini bozmasını çok anlamsız bulduklarını ifade etti.
FGH – Ankara

Filler ve Kelebekler
Kelebeklerle fillerin genetik olarak akraba olduğu ve boyları uysa çiftleşebileceği kanıtlandı. Bilim adamlarının bundan sonraki arzusu bu iki türü laboratuar ortamında birleştirerek melez bir tür elde etmek ve kuş avından sıkılan avcılara değişik bir zevk yaşatabilmek.
FGH - Arkansas

O Şimdi Tavşan Başlı Ponpon Terlikli
Ordudan bir modernleşme adımı daha. Erlerimiz bundan böyle postal yerine tavşan başlı, pembe ponpon terlik giyecekler. Genelkurmay adına konuyla ilgili açıklamayı ayağında ayılı ponpon terlikle yapan orgeneral Adnan Pabuç, Yunanistan'ın bu jeste nasıl karşılık vereceğini merak ettiklerini söyledi.
FGH – Ankara

Alaattin Bulundu!
İzmir Hayvanat Bahçesi’nden kaçan Alaattin adındaki orangutan, dört yıl sonra Kayseri’nin Karaayak köyünde yakalandı. Orada Ömer adını alıp evlenen ve köye muhtar olan orangutanı beldelerinden almaya kimsenin gücünün yetmeyeceğini söyleyen köylüler amuda çıplak oturma eylemi yaptılar.
FGH – Kayseri

Kaçak Et
Bilim dünyasını sarsan gerçek, geçenlerde Fatih’te Subaşı mahallesi sakinlerinin midesinin bozulmasıyla ortaya çıkan sır bir türlü aydınlatılamıyor. Dinazor eti satarken yakalanan kasap İrfan Durmuş’un, etleri nereden bulduğunu açıklamaması dünyadan İstanbul’a akan zoolog ve biyologları çaresiz bırakmakta. Başbakanın bugün İstanbul’a gelerek İrfan Durmuş’la görüşüp, dinazorları nerede yetiştirdiğini açıklaması için ricada bulunacağı, dinazor sayısına göre yakınlarını ortak etmeye çalışacağı kulağımıza ulaşan haberlerden…
FGH – İstanbul

Tablodan Kaçış
Ünlü Jamaica’lı ressam Rembrandt’ın Louvre müzesinde bulunan Gergedanla Çiftleşme tablosundaki bahçıvan tablodan kaçmıştı. Tabloda yırtık olmaması ve sadece bahçıvanın fırça darbelerinin yok olması, onu gördüğünü iddia eden bekçinin savını doğrulamaktaydı. Ve tüm gerçek geride bıraktığı notun ışığında ortaya çıktı. Rembrandt’ın kendisini yanlış tabloya koyduğunu, gergedanla çiftleşen çiroz ve sapık bir herifin yanında niye tarlayı çapaladığını anlayamadığını söyleyen bahçıvan Ayda Domates tablosuna geçtiğini de belirtmekteydi. Ve yan salona koşturan müze yetkilileri bahçıvanın orada mutlu mesut, ağzını türkü söylercesine büzmüş durduğunu, topraktaki domateslerin de karpuz gibi olduğunu gördüler. Restoratörlerin bu işi düzeltip, bahçıvanı tekrardan resmine geri götürüp götüremeycekleri belirsiz.
FGH - Paris

Bilim adamları bir dakika önceye gitmeyi başardı. Arkadan kendisine yaklaşıp şaplak atan gönüllü bilim adamı Edward Puck, olayı izleyenlerin kahkahaları arasında saatine basıp yine geleceğe döndü ve olaya da en fazla şaplak yiyen kendisi güldü, sinirlenmeyi hemen bırakıp. Böylece denek bilim adamı, eşek şakasına hem maruz kalıp hem de yapan ilk adam olarak da tarihe geçti.
FGH - Amsterdam

FossurGama Sunar: Canlandırma – Niye Yukarıdalar?

Büyük bir fabrikanın giriş kapısının hemen önünü gözünüzde canlandırın. Direkler çakılmış, aralarına tel ipler gerilmiş ve on beş kadar erkek ayaklarından asılmış, ölü gibi sallanıyorlar. Altlarındaki devasa bez afişte bir yazı göze çarpıyor. “BU İŞYERİNDE GREV YAPMAYA KALKTILAR!”

FossurGama Sunar: Çok Aç

Lokantada şapır şupur yemeklerine yumulmuş, soluk bile almayan bir sürü insan. Pencere kenarında takım elbiseli şişko bir herif. Yanakları şiş şiş. Önünde en az dört çeşit tabak var. Dışarıya şöyle bir bakıyor gölgeyi farkedip. Üstü başı dökülen bir tip. Hemen yine önüne dönüp çatalını pilava daldırıyor. İki masa arkasındaki bir kadın “Aaa!” diyor o sırada. Bakıyor başkaları da ve çeneleri hayretten şak diye aşağı düşüveriyor. Şişko kaldırıyor kafasını seslerden kıllanıp ve gördüğü şeyle sandalyesini de devirerek yere oturuyor kıç üstü. Dilenci camdan geçmiş beline kadar, eğilmiş yemekleri kokluyor şimdi. Yarısı yenmiş butu alıp tıkıştırıyor ağzına. O anda, görüyor onu bir garson ve “Ulan!” diyerek koşturuyor üstüne. Birden panik içinde çekiyor kendini tip. Cama sıkışmış, kalakalıyor yerinde. “Senin ananı avradını!” diye bağırıyor garson yaklaşırken ve bir daha debeleniyor serseri. Şangııır! diye iniyor cam aşağı ve o elinde, cam kırığı dolmuş iki tabakla ağlaya bağıra kaçıyor. Olay yerine varan lokanta sahibi, “Oğlum,” diye azarlıyor garsonu, “Size demedim mi ben ürkütmeyin şu herifi, dışarı çıksın sonra müdahale edin diye, sen mi ödiycen şimdi camı gerizekalı?” Ve hemen ardından da okkalı bir tokat çarpıyor suratına…

4 Şubat 2008 Pazartesi

FossurGama Sunar: Atlarım lan!

“Yaklaşmayın atlarım,” diye bağırdı Selim. Ve köprüden aşağıya baktı her seferinde olduğu gibi. Götü bir türlü atlamayı yemiyor gibi dursa da etrafa tehditler savurmayı asla bırakmıyordu.
“Oğlum, akıllı ol,” dedi bir polis. “Ne istiyosun? Buluruz bi çaresini...”
“Başbakan’ın buraya gelmesini istiyom,” dedi Selim
“Yok ebenin amı,” dedi bir başka polis.
“Atarım kendimi, harbiden, şakam yok,” dedi Selim. “Aha mektubum hazır.” Salladı elindeki kağıdı.
O sırada bir araba kenarda durdu freni koyarak. İçindeki dört kafa açılmış pencerelerden dışarı fırladı ve “Yürü yürü,” diyen polisleri takmadan bağırdılar: “Ulan Selim, naapıyon Allahsız!”
“Kerem, intihar ediyom oğlum,” dedi Selim. “Esas siz ne arıyonuz burda?”
“Adil abinin yerine gidiyoz amcık,” dedi Kerem. “İntihar edecek bugünü mü buldun, hadi atla.”
“Oğlum, boşverin, gidin siz,” dedi Selim hafif aklı çelinmiş olsa da.
“Koçum, dalga mı geçiyon lan, paralar bizden, hadi, felekten bir gece çalıcaz. Yarın intihar edersin.”
“Hadi bilader, hadi, doğru söylüyo arkadaşların,” dedi yaşlıca polis.
“Hadi lan ibne,” dedi arka koltuktan bir tip. “Nazını sikicem şimdi ha!”
“İyi, tamam tamam, durun,” deyip tırmandı Selim trabzana ve öbür tarafa atladı.
Tutmadı onu polisler. Başlarına dert olacağını çakabiliyorlardı, karakola falan götürseler. Selim intiharı kesildiği için hafif bozulmuş bir ifade takınarak arabaya doğru yürüdü, kenardaki çelik halatların üstünden ayağını atlattı ve araba birden gazlayıp gitti. Pencerelerden kahkahalar ve el işaretleri fırladı hemen akabinde.
“Ulan,” diye bağırdı arkalarından Selim. “Ben sizin ta amınıza sokayım e mi!”

FossurGama Sunar: Neredeyim Ne Haldeyim.

Işıklar ne güzel de oynaşıyordu denizde. Nasıl bir durgunluktu bu yaşamın üstüne çökmüş. Sanki bir film setiymiş gibi görünüyordu kıyıya kondurulmuş satış yerleri. Yürüyüp bir dondurmacının önünde durdu sulanan ağzını dinleyerek. Yaklaşıp diğer müşterinin yanına ilişti ve “Bakar mısınız?” dedi. Ama diğer tarafa döndü satıcı. Öküzün tekiydi bu da. Sonra gözü renkli kağıtlarla ambalajlanmış şekerlemelere ilişti. Uzattı elini yanındakine “Pardon” diyerek ve kendine çekmeye çalıştı poşedi. Fakat eli bomboştu. His içini gıcıkladı. Kayıp gitmişti bir şeyler. Öylece baktı bir süre ve o esnada da anladı ne olduğunu. Ulan, hep karıştırıyordu şunu be! Öylesine ilerlemişti ki öğretide, dolaşmak istediğinde yanlışlıkla astral olarak dışarı çıkıyordu artık. Neyse. Şimdi eve dönüp ayakkabılarını giyer, öylece bir daha gelirdi. Ağzı sulanmıştı bir kere ne de olsa.

FossurGama’dan Kısa Haber Turu

Ölümsüzlüğü keşfettiğini iddia eden Japon bilim adamı A.G. bunalıma girip intihar etti.
FHA – Londra

Sıkıştırma pres levhalı özel dolmuşlar bugünden itibaren seferlere başlıyorlar. Eskiden bir seferde otuza yakın yolcu taşıyabilen dolmuşlar, yeni sistem sayesinde yolcu kapasitesini seksen kişiye kadar çıkarabilecekler.
FHA – İstanbul

Piyasaya sürülen ve düşünme kapasitesini arttırdığı söylenen Braino hapları devlet tarafından toplatıldı. Şu ana kadar hükümet cephesinden bir açıklama gelmezken ilaç şirketi yetkililer şaşkınlık içinde olduklarını söylediler.
FHA – Ankara

Heyecandan büyük ikramiye isabet etmiş biletini yutan Şaban Özyurt, noter önünde (afedersiniz) sıçarak çıkardığı bilet heyet tarafından deşifre edilince büyük bir sevinç yaşadı. Biz de paralara bok sürüp vericez diyen milli piyango genel müdürü Alaattin Zoka ise gülüşmelere neden oldu.
FHA – Bursa

FossurGama Sunar: Ev Alma Komşu Al

Yukarıdan gelen gürültüler, tabi bir de karısının dırdırı iyice canını sıkınca terlikleriyle apar topar yukarı çıktı, kendi halinde bir maliye müfettişi olan Osman bey. Kapıyı sertçe çalmaya çalışsa da yine fazla bir gürültü çıkaramamıştı kibar bir zat olduğu için. Ama hayır, onun da bir sabrı vardı. Densizliklerinin cevabını alacaklardı az sonra. Beklemesi on saniye anca sürdü. Yeri gümbür gümbür döven ayaklar yaklaştı ve kapı bir anda açılıverdi.
Aman Allahım!
Orada patlayıp yırtılmış pijamalarının içinde iki metreye yakın bir kurt adam duruyordu.
Kanlı diş etleriyle kaplanmış sivri dişleri arasından köpükler saçarak, “Buyur komşum, hayrola,” dedi ama, sesi genizden, hırıltılı, müthiş bir korku yaratacak kadar insan dışı olduğu için zar zor anlaşılıyordu söyledikleri.
Konuşamadı Osman bey haliyle. Şarıl şarıl donuna işemekle ve pörtlemiş ağlamık gözlerini kırpıştırmakla meşguldü.
“Kim o?” diye bir ses geldi içeriden. Daha ince de olsa, aynı iğrençlikteydi.
“Alt komşu,” diye hırıldayıp yine Osman beye döndü. “Ne vardı?”
Bir şeyler söylemeliydi Osman bey ama kurumuş ağzından hiçbir şey çıkmadı.
Sinirle oynadı kurt adamın gözleri. “Konuşsana yahu, dilini mi yuttun.”
Ve birden bir güç yürü ya kulum deyip koşmasına izin verdi Osman beyin. Hışımla evden içeri dalıp kapıyı kapadı ve elleri belinde “Nooldu, verdin mi ağızlarının payını,” diyen karısına baktı zorlukla nefes alarak.
Tam da o sırada, yeniden gürültüler başladı yukarıda. Sanki yıkılıyordu ev...

FossurGama Sunar: O Nereye Gitsin Problemi

Aklında bir tortu gibi kalan şey fren sesleriydi. Bir de sarsıntılara kapılmış bir yol görüntüsü. Açıldı gözleri. Üstüne başına baktı şaşkınlıkla, az önce bir kaza yaptığını hatırlayarak. Ama yoktu bir şeyi. Bir çizik bile, ya da leke. Uçup gitmiş miydi arabadan? Ama öyleyse? Bakındı ve ileride yamulmuş arabayı görünce koşturdu oraya bir an bile beklemeden. Ve birden durdu, hayret göğsüne sıkı bir darbe oturtmuş gibi. Arabanın içindeydi hala. Sıkışmıştı ve kan sızıyordu, hem ağzından hem boylu boyunca açılmış alnından.
Gözleri açıldı tekrar... Şimdi arabadaydı ve her yeri kan ve benzin kokusuyla sarılmıştı. Hemen ileriye baktı rüyasında gördüğü şeyi aranarak. Ve buldu! Oradaydı işte. Kendisi. Ya da ruhu. Hemen arkasında da bir kız vardı. Sapsarı saçlarıyla bembeyaz giysilere bürünmüş.
“Gel,” dedi yalvarırcasına. Elini kaldırmaya çalıştı ama beceremedi.
Baktı ruhu kocaman gözlerle. Ve arkasından “Hayır, buraya gelmelisin,” lafını duyunca irkilerek döndü kıza.
“Hayır,” dedi neler olduğunu anlayan yaralı telaşla. Ölecekti o giderse. “Buraya gel. Daha önümüzde uzun bir yaşam var. İyileşicez!”
Gözleri kısıldı ruhunun.
“Bana gel,” dedi kız harikulade bir sesle. “Senin için gelecek benim yanım.”
“Noolursun, yalvarırım, gel buraya,” dedi yaralı.
“Bana bak,” dedi kız.
Ruhu döndü hemen ve orada, sarışın kızın eteğini sıyırıp bembeyaz bacaklarının parıltılarını ortaya serdiğini gördü. Ve dilini... Dudaklarını şuh bir şekilde yalayıp “Geel!” dedi sanki lezzetli bir dondurmaya üflüyormuş gibi.
“Lütfen,” dedi yaralı bir kez daha, zar zor. Gözlerini açık tutmaya çalışırken de ekledi. “Buraya gel!”
Ama bir an bile düşünmedi ruhu. Koşturup sarıldı kıza ve onlar, ruhunun bir eli meleğin (afedersiniz ama) kıçında, diğer eli göğse yapışmış, ortadan kaybolur kaybolmaz da şehadet getirerek kapattı gözlerini, dünyanın güzelliklerine....

FossurGama Sunar: Bara Giriş

Barın önüne neşe içinde gelir Ahmet’le Serpil. Kapıdan geçmek üzere hamle yaparlar ama pat diye dikilir önlerine bodyguard. “Hoop hoop!” der ciddi bir yüzle. “Damsız girmek yasak.” Şaşkınlık içinde birbirine bakar çift. Sonra yine takoza benzeyen kalın, kel herife dönerler. “Yanımda kız var işte,” der Ahmet hafif titrek bir şekilde. “Olsun,” der bodyguard. “O senin sevgilin değil ki.” Kıza bakar Ahmet ve “Sevgilim tabi, Allah Allaah!” der. Serpil de onaylar onu kafasıyla. “Öpüşün o zaman,” der bodyguard. “Ama öyle şap şup değil, dilini ağzına sokacaksın bayanın.” Aaa, saçmalama ayol, gibisinden karşı çıkışlar gelir ama nuh der peygamber demez herif. “Öpüşeceksiniz, yoksa almam içeri,” diye inat eder kolları önünde kavuşmuş. Bakar Ahmet büyük bir umutla ama “Aaa, hayır Ahmet, şuraya girecez diye izin veremem buna,” der Serpil hafif sinirli. “Saçmalama.” “Gördünüz mü bak,” der Bodyguard bir yalanı ortaya çıkarmaktan memnun. “Ama sen girebilirsin,” diye de ekler kıza içeriyi göstererek.

FossurGama Sunar: Fatura

Aval aval bakmaktadır Selami bey elindeki faturaya. İsim ona aittir, evet dini bütün bir adamdır, ama bu da nedir ki yaa? Tam üç bin yedi yüz seksen YTL borcu çıkarılmıştır, Diyanet İşleri tarafından, sohbetleri sırasında bir yıl boyunca tam 23.732 kere Allah ismini kullandığı sebebiyle...

FossurGama Sunar: İntikam Bokuna

Çılgın gözlerle ilerler Mehtap. Orada, bir kızın yanında dikilen uzunca çocuğa dikilmiştir bakışları. Yanına varır titreyen dudaklarıyla ve omuzundan tutup çevirdiği gibi elindeki kezzabı suratına boca eder. Acıyla haykırırken yüzünü kapatmaya çalışır herif elleriyle, bir çığlık patlatır yanındaki kız ve bakar Mehtap mal gibi, mosmor. “Özür dilerim,” der sonra. “Seni Mahmut’a benzettim.”

FossurGama Sunar – Ergenlik Gözyaşları

Kız, camın önünde bir iskemleye oturmuş hüngür hüngür ağlamaktadır. Annesi odaya girer. Ne olup bittiğini sormadan, sakin bir şekilde ilerler ve kızının önündeki dolu kovayı alıp boş kovayı koyarak odadan dışarı çıkar.

FossurGama Sunar: Saçlı Başlı

Adam bürodan içeriye hışımla girmekle kalmaz, sekreteri aşıp ilgili kişinin odasına da haşırt diye dalar ve “Bu ne beyefendi, bu ne?” diye bağırır başını göstererek. Bakar ilgili kişi. Pişkince sırıtır ve sevinerek ayağa kalkar. “Ooo, çıkmış işte saçınız.” Bu sefer kafasına vurur adam çat çat ve yine böğürür, kıvır kıvır ince telleri işaret ederek. “Etek kılı bunlar efendi etek kılı, ne saçı...”

FossurGama Sunar: Sınav Zamanı

Ortaokul seçme sınavındayız. Kapılar kapanır. Gözlemci kağıtları dağıtır, sahneye çıkar, sınavın şu saatte başladığını ve şu saatte biteceğini söyler ve bu lafların ardından diğer öğretmen kürsünün altına eğilip bir şeyleri kurcalar. Kalktığında iki elinde içi su, kalemtraş, şeker, alaska frigo gibi şeylerle dolu bir tabla vardır. Sıraların arasında bağırarak dolaşıp mallarını satar.

FossurGama Sunar: Canlandırma – Kurt

Gözünüzde bir koyun sürüsü canlandırın. Tam ortalarında, koyun postuna bürünüp aralarına karışmış bir kurt da var ve av peşinde falan koşmayı bırakmış güzel güzel, neredeyse büyük bir huşu içinde ot yiyor.

FossurGama Sunar: Canlandırma – Piknik.

Üç dört aile pikniğe gelir. Neşelidirler. Arabalardan iner, bazıları göbek atarken yürürler, açılır kapanır masaları, kumanyaları taşır, güzelce, dereye bakan yeşillik bir yere yerleşirler. İçkiler, yemekler birer birer konur yer masasına ve birden Mustafa bey sorar. “Tuzluk nerde be?” Karısına bakmaktadır ters ters. O yere, herkes birbirine bakar. Bir sürü kafadan “Siz getirmediniz mi?” lafı çıkar ve hep beraber tekrardan arabalara doluşup giderler oradan.

FossurGama Haberler

Sahtekar İmam Yakalandı
Gülhane’de cemaatini hipnotize edip kendi özel işlerinde kullanan A.Ö. isimli imam, duyarlı narkotik köpeği Tekgöz tarafından yakalandı. Gece geç vakit hala eve gelmeyen eşi Dursun K.’yı arayan Ayşe K. kocasını imam efendinin bahçesinde halıları yıkarken bulunca ve yanında, aslında aleme pek düşkün olan on beş kadar kişiyi de çamaşırları çitilerken ve bahçeyi çapalarken görünce şüphelendi. Ayşe hanım, gittiği bir günde polis Kemal Z’nin evinde bu konunun bahsini açtı ama kimsenin ilgisini çekemedi. Ancak o sırada evde dinlenmekte olan Tekgöz adlı kurt köpeği bunu duydu ve aldığı disiplin sayesinde olayın üstüne gitmekte tereddüt etmedi. İmam efendinin Sarıyer sırtlarında bulunan evinin taşlarını arap sabunuyla silen cemaati, havlayarak uyandıran, böylece bir sahtekarın daha yakalanmasında öncü olan Tekgöz’e bugün vali tarafından üstün hizmet madalyası takılacak.
FGH-Gülhane

Üretim Çifliği
Trabzon’da balina üretim çiftliği kuruldu. Şimdilik biri dişi biri erkek iki balinayla üretime başlayan Kabak Çekirdeği adlı şirketin yönetim kurulu üyesi Tahsin Selim gelecekten ümitli olduklarını, bu iki balinanın sayısının çok yakında yüzleri, binleri bulacağını söyledi. Bu arada balinaların küçük havuzlarda gerek duyulmaz diye kuyruk ve yüzgeç bölümlerinin şimdiden kesilip satıldığı ve yem olarak da plankton yerine gübre verildiği saptandı.
FGH- Trabzon

Elmasın Değersizi
Geçenlerde Ümraniye çöplüğünde, neredeyse topkapı elması kadar değerli bir mücevher bulunmuş, sahibinin bu değerli parçayı nasıl olup da çöpe attığı anlaşılamamıştı. Aradan geçen bir haftada devlet yetkilileri mücevherin gerçekten de iğrenç koktuğunu ve ne kadar değerli olursa olsun işe yaramayacağını söyleyerek tekrar çöplüğe bıraktılar.
FGH- İstanbul

Maymun Selami Bunalımda
Hayvanat Bahçesi’nin sevgilisi Selami adındaki maymun bunalıma girdi. Salı günü, bir maganda tarafından elle tacize uğrayan Selami’nin sadece kıçını duvarlara vererek yürüyebildiği ve yemeden içmeden kesildiği belirtildi. Bazı görgü tanıkları, Selami’nin arka kılları dökülünce götünün kabak gibi ortaya çıkmasının bu edepsizlikte önemli rol oynadığını öne sürdüler. Bu konuşmaları yapan arkadaşların ellerinde biralarla orada muhabbete durduğu da gözlerden kaçmadı.
FGH- İstanbul

Yeni Kanal
Sonunda ülkemizde de medya alanında dünyayı sallayacak önemli bir oluşuma imza atıldı. Ağır çekim kanalı. Her türlü programın ağır çekimlerle sunulduğu Molla kanalını izleyenler, artık hiçbir sahneyi kaçırmadıkları için çok mutlu olduklarını söyleyip, keşke tekrar çekim kanalı da kurulsa, ağır çekim kanalında sevdikleri bazı sahneleri orada bir kez daha seyredebilseler, diye de yorum yaptılar.
FGH- İstanbul

Şöförlerin Çilesi
Tehlikeli durumlarda şöförün düğmeye basarak kendisini otobüs dışına fırlattığı sistemin, düğme yerleri yanlış belirlenince kötü niyetli yolcular tarafından gerekli gereksiz kullanılarak suyu çıkarıldı. İlk haftada, toplam otuz yedi şöför hastaneye düşünce İstanbul Belediyesi, otobüsleri duraklara çekip sistemi devre dışı bırakmayı daha uygun gördüğünü açıkladı.
FGH- İstanbul

FossurGama Sunar: Sesli Çocuk Kitapları

Tesiste dolaşıyorlar yirmi yaşlarında, yakışıklı, bebek yüzlü bir tiple sarışın, ufak boylu, oldukça cilveli kız arkadaşı. Kitap bölümünde, çocuk reyonunda duruyorlar ve bir zamandır ilgi çekmek, ne kadar çılgın olduğunu göstermek için her türlü numarayı deneyen delikanlının yüzü altın bulmuşçasına büyük bir sevinç ışığıyla kaplanıyor. Elini uzatıp sesli kitapların butonuna basıyor ve sanki, kapağında hortumunu havaya kaldırmış koca filin, küçücük hoparlörden cızırtılarla çıkıyor sesi. Sonra bir daha basıyor. Bir daha. Ve o bunu yaptıkça, kız kıkırdayıp duruyor, bir yandan eli ağzında, utanıyormuş gibi çevreye bakınarak. Kasiyer öfleyerek kafasını sallıyor. Ama durmuyor delikanlı. Bir daha, bir daha. O sırada kitaptan çıkan ses artıyor sanki. Birkaç kez daha basıyor ve duruyor tip kulak kabartarak. Ve işte, o anda, marketin kapısını kırıp içeri dalıyor kocaman bir fil. Böğürtülerle, yeri gümbür gümbür sallayarak önündeki insanları hortumuyla savurup koşturuyor. Öylece kalıyorlar delikanlıyla kız yerlerinde, gözleri kocaman, külotları çiş ve pislikle dolu. Geldiğini görüyorlar ama yapacakları bir şey yok. “Annecim,” diyor sadece kız ve o sırada cork, diye eziveriyor onu kocaman bir ayak. Koşturup gidiyor fil ve duvarı yıkarak yok oluyor. Her tarafta bağrışan, inleyen insanlar. Çoğu ezilmiş. Delikanlı dönüp, yıkılmış duvara bakıyor ve zombi gibi çıkışa ilerlerken saçları ağırdan beyazlaşmaya başlıyor.

FossurGama Sunar: Bir Kaza

Araba ters dönmüş, her yan kırık camlarla dolu. Bir cant eğri büğrü yuvarlanıp gitmiş yolun ortasına. Arka kaportadan pis bir duman süzülüyor havaya ve bir inleme duyuluyor yan taraftan. Bir adam... Üstü başı kan içinde. Gömleğinde derin bir yarık. Sürünürken büyük bir güç harcıyor. Çekmeye çalışıyor betonu. Uzaklaşmaya çalışıyor oradan. Kendisini öylesine bir kasıyor ki, evet, o an, bir osuruğun kıçından fırlamasına engel olamıyor. “Oha!” diyor hemen zayıf bir ses arabanın içinden. Bu arkadaşı, sıkışıp kalmış orada, boğazından aşağı kan fışkırıyor ve ayaklarını hissedemediği için çıkamıyor oradan. “Pardon,” diyor o da ve patlayıp şişmiş gözlerini açmaya çalışarak yine sürünmeye devam ediyor...

FossurGama’dan Hastalıklı Diyaloglar

“Oğlum bu ne? Gözünü değil, dişini altın kaplatacaktın.”
“?”
“Doktorun bi şey demedi mi peki?”
“Nıtck.

“Kardeşim. Atıma et yediriyorum devamlı. Anasını zükecem bu altılının yakında.”
“?”

“Tam ölürken “Açıl susam açıl,” diye bağırınca cennetin kapısı açılıyormuş bilader.”
“O zaman herkes boşu boşuna şehadet getiriyor.”
“Aynen öyle.”

“Ben annemi yatırıp bi güzel şaapmak istiyorum doktor bey.”
“Bir şeyiniz yok beyefendi, sadece ödip kompleksi bu...”

“Hişt! Bırak lan! Allah Allaah. Kendininkileri yesene oğlum, başkasının tırnağını yemek nasıl bir hastalık!”

“Çabuk dışarı. Defol!”
“Öhhö, niye canım, nooldu?”
“Kamasutra sırasında orgazm olmak yasak, bilmiyor musun?”

FossurGama Sunar: Canlandırma – Sihirbaz.

Sahnede yıvışık yüzlü bir sihirbaz canlandırın gözünüzde. Aralardan bir kadını sahneye çağırıyor. Ve çıkar çıkmaz da arkadan vantuz gibi yapışarak eteğini kaldırıp elini donuna daldırıyor. Zavallı kadın çırpınıp kurtulmaya çalışırken de oradan bir dildo çıkarıp sallıyor. Kadın delice saldırıp yüzünü cırmıklasa da gülmeye çalışıyor herif ve karışıyor ortalık...

FossurGama Sunar: Hatırlasana Necla

Bardan içeri girip sevinçli bir havada ilerledi ve masaya haşırt diye çöktü Yakup. Uzanıp öpecekti ki, kız arkadaşı Necla kendini geri çekti hemen. Gözlerinde yine o, şüpheci, kahrolası ifade vardı ve bir çabuk “Nooluyor canım, kalkın çabuk şurdan,” dedi neredeyse bağırarak. Yakup derin bir nefes verip sıkıldığını iyice belli etse de her zaman olduğu gibi büyük bir olgunlukla kendini tanıtmaya girişmekten başka bir şey yapamadı. Necla’da böyle bir hastalık çıkmıştı sonuçta bir yıl kadar önce. Birden her şeyi unutuyor, ipuçları önüne kondukça yavaş yavaş hatırlıyordu her şeyi. O gün de işte bu şekilde, tanıttı kendini Yakup ve Necla onu tanır tanımaz boynuna atladı. Her yanını öperken özür diliyordu hiç durmadan.
O anda “Necla?” dedi birisi hayret içeren bir tonda.
Döndü hem Yakup hem Necla, ikisi birden ve tepelerinde dikilen uzun ince çocuğa baktılar.
Necla onu tanıdı bu sefer hemencecik ve kıpkırmızı bir utanç yürüdü yüzüne. Şeey, şeey diye gevelerken nasıl açıklayacağını bilemiyordu olanları.
Yakup anladı ama. Bir kez daha... Bir iki gün işi çıkmıştı şehir dışında ve yine onu unutarak birisiyle tanışıp takılmaya başlamıştı Necla. Şimdi bir de bu çocuğu teskin etmekle uğraşacaktı işi yoksa...

FossurGama Sunar: O da Ne?

Yarım saattir tuvaletteydi on dört yaşında, munis bir çocuk olan Sinan. Ikınıyor sıkınıyor ama bir türlü yapamıyordu büyük tuvaletini. Öyle bir sesler çıkarıyordu ki, duyan ağırlık falan kaldırdığını sanabilirdi içeride. Sonuna gelmişti ama. Götü patlayacak gibi olsa da dayandı, damarları dışarı fırlamış kıpkırmızı yüzüyle.
Ve birden, plop diye dışarı düşüp suları kıçına sıçrattı şey.
Eğilip baktı hemen, boyutu ne acaba, diye ve saçları diken diken olup hemen ayağa dikildi korkuyla.
Orada bir yumurta duruyordu kocaman, yeşil...
Kapıyı açıp içeri koşturur ve “Anne annee!” diye böğürürken, hüngür hüngür ağlıyordu artık Sinan.

FossurGama Sunar: Canlandırma – Perde

Alkışlar arasında perde inmeye başlıyor ve oyuncular ağırdan kırmızı kadifenin arkasında kalıyorlar. Sonra bir takım gürültüler duyuluyor ve alkışlar teker teker susup, kulaklar dikiliyor. Bağrış çığrış yok, sadece küt küt sesler... Tekrar açılıyor perde ve oyuncular eğilip selam veriyorlar. Ama o da ne? Bir çoğunun ağzı burnu dağılmış, yerlere şıp şıp kanlar damlıyor. Tekrar kapanıyor perde ve gürültüler başlar başlamaz kulise koşuyor bir sürü seyirci kavgayı ayırmak üzere...

FossurGama Sunar: Canlandırma – Japon Usulü

Bir japon çizgi filmi seyrettiğinizi düşünün. Kahramanımız olan koca gözlü Hiromi sevgilisi Torinto’nun kaçırıldığını duyunca çok üzülmüştür. Rüzgarın altında saçları uçuşarak ipince dururken birden gömleğini sıyırır göğsüne doğru ve sağ elinde tuttuğu jiletle karnına çizikler atmaya ve oradan kanlar fışkırırken “Uleen, uleeen, sikerim uleeen!” diye bağırmaya başlar. İşte böyle...

FossurGama Sunar: Martı

Rıhtımda durmuş manzaraya bakıyor, gizemli pozuyla elli metre kadar ötede oturan kızlara da havasını basıyordu Celal. Dönüp şöyle bir süzdü kızları. Sonra kaşını kaldırdı ve yine önüne dönecekken tüm havasını kaçıracak bir şey oluverdi bir anda. Pat diye bir martı boku inmişti suratının tam ortasına ve tabi kafasının üstüne de. Öfkeyle döndü o ve tükürükler saçarak bir küfür sallarken yukarıda uzaklaşan martıyı da görmüş oldu.
İşte o anda.
Haşırt diye durup yavaşça ona döndü martı.
Kızgınlığı geçmemişti Celal’in. “Sana dedim lan orospu çocuğu,” diye bağırdı yeniden.
Ama şimdi yavaş yavaş yaklaşıyor ve boynunu kıra kıra, gagasını oraya buraya savura savura çığlıklar atıyordu martı.
Bir daha küfür edecek oldu ama vazgeçti Celal. Tırsmıştı. Geriledi adım adım ve kızları falan takmadan birden kaçmaya başladı.
Martı da peşinden tabii...

FossurGama Sunar: Açılın

Adamın boğazına bir şey kaçmış, yüzü pancar gibi olmuştu çarşının kalabalığında. Açılmış, elini kolunu savuran, arada bir iki büklüm olan adama bakmaktaydı herkes ve birden birisi insanları ittirip “Açılın ben doktorum,” diyerek ilerledi. Çekildi herkes ve herif gidip adamın karnına bir tekme gömdü. Mordan karaya çalan yüzüyle yere yuvarlandı boğulan adam ve başarılı olamadığı için koşturup bir kez daha patlattı tekmeyi doktor.
Sonrasında zar zor tuttular onu, geriye çektiler ve azarlamalar başladığında o şöyle dedi: “Allah Allah, bana böyle öğretmişlerdi yaa.”
Boğulan adama noolduğunu soruyorsanız, onu bilemem. Bu kadarına bakıp gittim, çok işim vardı...

FossurGama Sunar: Katkı Payı

Kapıyı açar Nadir bey. Pörtlek gözlü, seyrek bıyıklı kapıcı Selami “Öhöm,” deyip bakar bön bön. “Evet,” der Nadir bey bir çabuk cevap bekleyerek. Eğilir Selami ve konuşur kısık sesle.
“Karınız bugün bakkal Ahmet’e, bir de yan apartmandan Turhan beye verdi.”
Bakar Nadir bey gözlerini kısarak. “Eee, kaç lira tuttu, yani?” diye sorar sonra.
“75 toplam.”
“İyi, beşini kendine al, on beşini karıma ayır, gerisini apartman gelir kutusuna at. Çatıyı yaptırmak için karılarımız biraz daha çalışmalı. Bu böyle olmayacak.”
“Evet Nadir bey, haklısınız yani...”

FossurGama Sunar: Kız İsteği

Dışardaki masaya çöreklenmiş dört kişilik bir abaza grubu, kız bulamamaktan dem vuruyorlar. Birisi diyor ki: “O değil, şişme karı bile bulamıycaz yakında... Size satmıyoruz arkadaş, diye cevap gelirse şaşırmayın ha.”
“Bir karı be arkadaş,” diyor diğeri. “Nasıl olursa olsun, bir karı işte...”
O sırada bir çığlık kopuyor tiz ve masalarının üstüne çotank, tokark ve gümbürdenek sesleriyle özetlenebilecek bir şekilde çırılçıplak bir kız düşüyor. Onlar kendilerini sandalyelerinden geriye atmış, dehşet içinde kızın morarmış sağ şakağına, kırılmış boynuyla aşağıya dönmüş kafasına ve çatlak masadan aşağıya akan kanlara bakıyorlar az sonra.
Sevtap bu. Depresyona girip, evin içinde iki saat kadar çırılçıplak volta attıktan ve iki şişe votkayı mideye indirdikten sonra kendisini aşağıya bırakmış zavallı bir kız sadece...

FossurGama Sunar: Uyumak ya da Uyumamak

Artık bir an önce uyuyabilmek için koyun saymaya başlamıştı Hüseyin. Ve uykuya ne zaman nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Ama aslında teorik olarak değişen bir şey olmamış, orada biraz daha boyutlu da olsa, koyun saymaya devam etmişti. Zaman hızla akıp gitti ve koyunları ahıra göndermekten ter içinde kaldı bir süre sonra. Dönüp baktığında çitin ilerisinde birikmiş yüzlerce daha koyun görünce derin bir nefes aldı. Sıkıntıyla oraya yürüyüp zorunlu işine dönerken artık melemeler beynini yemeye başlamıştı. Binlerce sesin oluşturduğu koro sanki boğuyordu onu... Sanki sıkışıp kalmıştı. Uyandı bu sırada pat diye.
Ve delice bir korkuyla ayağa attı kendini ama daha da fena oldu bu. Karanlığın içinde her yanda kıpraşan şeyler vardı. Bir şekilde yuvarlanıp ışığa ulaştı inleye bağıra ve dehşet içinde her yanın, salona uzanan koridor da dahil, artık üst üste binmiş koyunlarla dolduğunu gördü...

FossurGama Sunar: Canlandırma – Görev Aşkı

Şunu bir canlandırın gözünüzde: Kadın garip bir dürtüyle, salonda, annesinin yanından kalkıp odanın kapısına gelmiş ve şok içinde kalakalmıştır yerinde. Bir zamandır, altından koku geldiği anda, bebeklerini kaptığı gibi “Oğlumun altını değiştirmek bana düşer,” diye soluğu odada alan kocası, ufaklığın boklarını avuç avuç ağzına tıkmış, şimdide bezini yalamaktadır büyük bir iştahla...

FossurGama Sunar: Bali Bali Bali

Balici burnunu torbaya iyice sokup dolu dolu bir nefes daha çekti beynine ve o anda uzun, ak sakallı, çipil gözlü bir ihtiyar beliriverdi karşısında. Gözlerini kısarak neler olduğunu anlamaya çalıştı balici. Elini kaldırdı ihtiyar bu çabayı ansızın bıçak gibi keserek ve şöyle dedi: “Ey oğul, şu yoldan aşağıya kırmızı kravatlı, bej takım elbiseli, kısa saçlı bir adam geliyor. Onu bıçakla. Bıçakla ki Allahın katında iyi bir yerin olsun. Bıçakla ki...” Birden ağzı burnu karışıp bir küfür sallayarak ileri atıldı balici. “Uleeen, siktir git amına kodumunun!..” Puf diye yokolup gitti ihtiyar ve yerine tiyatro perdesi gibi yolun görüntüsü indi. Tarif edilen adamın yanına varmasına üç metre kadar kalmıştı. Ayağa dikilip sallanarak durdu balici. Dibine kadar gelmesini bekledi. Birden elini uzatıp yakaladı ceketin omuz bölümünden ve “Abi be,” dedi korku içinde bakakalan adama. “İki milyonun var mı be abi, hadi bee.” Yakasını kurtarıp hızla uzaklaştı adam, hiç durmadan yalvaran baliciyi arkasında bırakarak.

FossurGama Haberler:

Edirne’de keçiyle zina yaparken yakalanan E.Ö.’nün resmi nikahı olduğunu kanıtlayan belgeyi ortaya çıkarması mağdur hayvanın sahibi A. G. tarafından açılan davanın beraatle sonuçlanmasına yol açtı. Şimdi gözler bu belgeyi taraflara veren nikah memuru Y.D’ye çevrilmiş durumda. A.G, gözleri körlük derecesinde bozuk değilse savcı tarafından suçlanacak memur için “Gidip karısına da yem versin o zaman, aşağılık adam,” dedi. Memur Y. D ise A.G. denen adamın, karısının yem ile beslendiğini bilmesi üzerine hem karısını hem de A.G’yi zinayla suçlayarak dava açtı...
FGH – Edirne

Kastamonu Erpazarı beldesinde ziraat mühendisi Kerem Sebil çaprazlama genetik modülasyon sistemiyle 10 metre çapında domatesler üretince onları hale vermekten vazgeçip kaya oyma tekniğiyle oluşturduğu katları kiralamaya başladı. Çok geçmeden patlıcan ve kabak seçeneklerini de üreteceğini söyleyen Kerem Sebil, kiracılarının az paraya güzel bir tarlada oturma ve yıl boyunca bedava patlıcan falan yeme şansına kavuşacağını söyleyerek, kent yaşantısından sıkılmış insanları dağda tepede koskoca sebzelerin içinde yaşamaya çağırdı.
FGH – Kastamonu

Atatürk Havaalanında, kafatasında beyin yerine yarım kilo eroin taşıyan bir kurye yakalandı. Önce zombi zannedilen ve sorulan sorulara hep aynı cevapları veren Alaattin Şapır’ın eskiden satranç şampiyonu olduğu saptandı. Beyninin muhtemelen deney amaçlı İsrail’deki bilimadamlarına satıldığı düşünülen Alaattin Şapır’ın uyuşturucu mafyası tarafından belli bir amaca şartlandırıldığı ve kafatasında kurduğu cümlelere yetecek kadar bir beyin bırakıldığı sanılıyor.
FGH – İstanbul

Diyanet İşleri IQ testinin dinimizce yasak olduğunu açıkladı. Bu karara gerekçe oluşturacak verinin Kur’an’dan değil, Amerika’da yaşayan bir hocanın kitabından alındığı söyleniyor.
FGH – Ankara

Yeni bir teknoloji daha raflarda yerini aldı. Zikir kaskı. Ayinlerde kafa sallarken ortaya çıkan kafa kırılmaları, kaş patlamaları artık tarihe karışacak. Zikir kaskları özel aerodinamik ve kakafonik dizaynı sayesinde hızı arttırdığı gibi inlemelerin içe yönelişini de bir kat daha fazla hissettiriyor.
FGH – Ankara

FossurGama Sunar: Bedava Çay

Bir dürtü geldi Kenan’a. Kahvede kalkıp hızla yürüdü ve çaycının yanına varıp şöyle okkalı bir tokat çaktı yüzüne. Herkes dumur olmuş, yerlerinde hop diye dönüp neler olduğuna bakmışlardı. Pişmanlık ve tırsıklık kapkara ele geçirdi Kenan’ın yüzünü. Çaycının ağır çekimde dönüşünü, allak bullak olmuş suratıyla kendisine bakışını izledi. Ve birden güldü Ahmet adındaki çaycı. “Ulan,” dedi “Nerden anladın. Ben de birisi bana bir tokat atsa diye geçiriyordum içimden. Rahatlayıp dile geldi Kenan hemen. “Ben de şey oldum,” dedi hızlı hızlı. “Bir ses duydum beynimde...” Keh keh keh diye sırıtmaya devam ediyordu çaycı Ahmet...
İşte böylece o gün çaylarını da bedava içti Kenan.

FossurGama Sunar: Bayram Çöreği

Bayramda, sofraya börekler çörekler yayılmış ailecek oturuyorlardı büyük kanapelere sıralanmış. Amcaların evinde toplanmışlardı ve çocukları etrafta koştururken müthiş mutlu görünüyordu Selim bey. Fıkranın sonuna geldiğinde ve insanlar gülüp kopmak için beklerken derinlerden gelen bir telefon sesi duydu gibi geldi kendisine. Gülüşler azaldığında sadece o değil, oğlu Ahmet de farketmişti sesi. “Birisinin telefonu çalıyor,” dediğinde herkes birbirine baktı ve o karısına döndüğünde bir gariplik varmış gibi geldi yüzünde. “Seninki mi?” diye sordu ama karısı Gülten başını sallayıp “Hayır,” dedi aceleyle. Ama susmuyordu ses, oldukça hafif de olsa. Amcanın karısı Hatice salondan dışarı çıktı nereden geldiğini bulmak üzere. Sonra geri döndü “Burada hiç duyulmuyor,” diyerek. Pencereden dışarı baktı küçük kardeşi. Çocuklar oraya buraya dağıldılar ve on iki yaşındaki Sümeyra koltuğun kenarından başlayıp yaklaştı ve alnından soğuk terler akan Gülten hanımın önünde durdu sonunda. “Burda,” diye bağırdı sonra. Selim bey yaklaşıp kuşkuyla baktı karısının kireç gibi yüzüne. Yanaştı yavaşça. O da daha iyi duyuyordu şimdi. “Çıkarsana şunu be!” diye bağırdı sonra. Evet, bozulma durumlarında kullanırız diye birine vermedikleri eski telefonunun sesiydi bu. Ama karısı niye yanına almıştı ki? “Sana söylüyorum Gülten.”
Ama Gülten çıkaramadı telefonu. Çünkü banyoda şey amaçlı kullanırken şeyine kaçırmıştı afedersiniz ve orada nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde açılmış olmalıydı. Yarın gizlice hastaneye gitme planları da böylece suya düşüp tüm aileye rezil oldu zavallı.

FossurGama Sunar: Karga

Balkonda saksıda yetiştirdiği domateslerle uğraşıyordu Sedat bey. Arkasında kanat seslerini duyunca dönüp baktı. Karga trabzana tünemiş, gözlerini de küstahça kendisine dikmişti. “Ne var lan yine?” diye sordu Sedat bey hafif kızgın. “Ahmet amcalar, akşam çaya bekliyor sizi lan, gaaak,” dedi karga. “İyi iyi,” dedi Sedat bey. “Geleceğimizi söyle...”

FossurGama Sunar: Fransa’nın Eskisi

Metal çemberin içindeki koltuğa temkinli bir ifadeyle gömülüp diğer bilim adamlarına baktı profesör Cemil. Bilim dünyasında devrime saniyeler kalmıştı. Başıyla onayı verince kolu çekti doçent Selim titreyen elleriyle. Aletin her yanı içiçe girip kaynaşan elektrik akımlarıyla sarıldı bir anda. Kadranda aşağı doğru aktı binlerce veri ve profesör her zaman gitmek istediği eski Fransa’yı düşlerken birden yok oldu. Daha gözünü açamadan, elini kolunu tutup somutlaşmanın keyfini çıkaramadan müthiş acılar hissederek şaşırdı sonra. Böyle bir yan etki beklememişti. Hem kıç bölümünde hem de karnında bir yanma vardı. Gözlerini açtı sonra. Önce önündeki sonra biraz yanındaki iki şövalyenin şaşkın yüzlerine baktı zorla ve “Iııh!” diyerek verdi son nefesini. Bir düellonun ortasına düşmüş, aynı anda yapılan iki hamle de ona ölümü getirmişti. Boşu boşuna bekledi Türk bilim ekibi onu bir süre ve böylece alet hurdacıya satılıp bu dev proje de rafa kaldırıldı.

FossurGama Sunar: Sahanda Yumurta

Hasan oldukça açtır biraz geç kalktığı için. Kahvaltı veren bir lokantadan oturmuş, sabırsızlıkla gazetesini okurken sahanda yumurtası gelir Allahtan. Hemen ekmeğinden koca bir parça koparır. Yumurtaya daldıracakken birden bir şey çeker dikkatini. Hiç arzu etmese de başı yana döner ve camın hemen önünde bir tavuğun durduğunu görür. Dikkatle buruşur yüzü. Aman Allahım! Gözünden şapır şapır göz yaşları dökülmektedir hayvanın. Yemeğini öylece bırakır. Hesabı ödeyip paldır küldür dışarı çıkar ve tavuğu kaptığı ve taksiye atladığı gibi kaçıp gider oradan. Onu mutlu etmeyi kafasına koymuştur.

FossurGama Sunar: Şeytan Taşlama

Ön sıralara zorla gelmişti Hamdi bey. İçinde biriken yoğun öfkeye şaşırarak elindeki koca taşı havaya kaldırdı. Tam fırlatacakken kalp krizi benzeri bir kasılmayla durdu çarpılan yüzüyle. Orada belli belirsiz görünen tip ona el sallıyordu “Hamdi bey Hamdi bey, nerdesiniz ya, gözüm yollarda kaldı,” diyerek. Suratı şimdi kıpkırmızı olsa da hemen tanımıştı onu Hamdi bey. Umre için kaldırılan uçakta yanında oturuyordu yolculuk sırasında. İş için gittiğini söylemişti ciddi ciddi ve Hamdi bey, aralarında bir tek onun hacı olmadığını belirtince de pis pis gülmüştü. Ne kadar haklı çıktığını düşünürken yere yığıldı ve arkadaşları başına toplanıp onu çıldırmış kalabalığın içinden çekmeye çalıştı tüm güçleriyle.

FossurGama Sunar: Canlandırma – Yanlış Peygamber

Gözünüzde iyice bir canlandırın şu sahneyi:
Bir mahalle. Yolda zıplayıp duran, inleyen, bir şeyleri kovmaya çalışan bir deli ve dışarıya dökülmüş olanları izleyen insanlar var. Delinin kafasının üstünde bir oraya bir buraya kaçan hare, o ne kadar sinek muamelesi yapıp kovsa da gitmek bilmiyor. Çılgınlar gibi koşturup kaçıyor deli sonunda ama pırıl pırıl yanan çember kafasının tam üstünde onu izliyor, bir santim bile geride kalmadan...

FossurGama Sunar: İş Başvurusu

Güvenlik elemanı olarak o büyük şirkete başvuran Selim oldukça heyecanlıdır. Yazılı testi geçmiş, sıra sözlüye gelmiştir. Kendisini çağırdıkları zaman üstünü başını düzelterek ilerler ve besmele okuyup derin bir nefes alarak odadan içeri girer. Hemen önünde, ayakta bir tipin durduğunu görmesiyle, herifin birden öne hamle yaparak iki parmağını gözüne sokması bir olmuştur. Selim kanlar içinde yere yığılır “Ananı!” diyerek ve sağlık ekibi oraya koşturup kendisini apar topar hastaneye götürür, artık zavallı bir kör olarak. Gerekli savunmayı yapamayan daha niceleri gibi... Ama heyhat. Güvenlik olmak da zor iştir nerden baksan...

FossurGama Sunar: Derste Suskun

Necla öğretmen ilkokul dörtlere ilk defa derse girmektedir. “Oturun,” diyerek yerine ilerler. Kitabını açar ve işleyecekleri konular hakkında konuşmaya başlar. O esnada birden arka sıralardan bir çocuk “Sus be!” diye cırtlak bi sesle bağırır. Kalakalır Necla öğretmen şok içinde. Tüm sınıfın da korkuyla önüne baktığını görür sonra. Bir şey demek, bu densize haddini bildirmek üzere ağzını açacaktır ki, çocuğun yanındakinin eline bir şeyler tutuşturup kendisine gönderdiğini görür. Koşturup yanına gelir, masanın üstüne bir kart bırakıp geri döner ufaklık. Eline alır kartı öğretmen. Şöyle bir çevirip bakar. Gözleri kısılır, ağzını büzer ve bu andan sonra da hiç bi şey demeden oturur dersin sonuna kadar. Diğer öğrenciler de susmakta, bir tek kart sahibi çocuk müthiş bir konsantrasyonla x-box oynamaktadır...

3 Şubat 2008 Pazar

FossurGama Sunar: Namaz Vakti

Önüne gelen ara pasa hızlı bir koşuyla yetişir Selim. Gole gitmektedir. Hem heyecan hem gerginlik çullanır üstüne. Ama birden tüm hevesi kaçar. Sıkıntıyla topa basıp durur ve sahadaki herkes de aynı duygularla benzer bir biçimde kalır oldukları yerde. Kaleci önüne seccadesini yaymış, bir güzel namaz kılmaya başlamıştır. “Ulan,” diye söylenir hakem sesli sesli. “Şu maç saatlerini namaza göre ayarlasalar ya artık be, yetti ha...”

FossurGama Sunar: Canlı Yayın

Bakanlıkların önündedir kameraman ve spiker. Az sonra başbakan dışarı çıkacak ve canlı yayın başlayacaktır. Hazırlıklanmak üzere beyaz ayarını gerçekleştiren kameraman vizöre bir kez daha göz attığında, orada spikerin kızın yanında bir herifin durup pis pis sırıttığını görür kendisine. Sinirle gözünü kameradan çeker ama, ama, kimse yoktur orada. Bir çabuk eğilip yine bakar sonra. Ve herif el işareti yapar kendisine. Kafası kalkar, gözleri büyür, kalbi deli gibi atmaya başlar. Bu sefer de kimseyi görememiştir. Spiker kız fırçalama modunda üstüne gelir o sırada. “Kerim, nooluyorsun ayol, hadisene, çıkacaklar şimdi,” der. Yüzü kireç gibi, sallanıp dururken o der ki: “Yaa, Nurcan, gel yapmayalım bugün çekim...” Ve böylece sıkı bir fırça yemeyi de başarmış olur. O kameranın önüne, Nurcan da koşturarak yerine döner. Vizörden baktığında herifin oradan hiç ayrılmadığını görür. “Keriiim!” Cırtlak haykırış beynine dolar. Kayda geçmelidir. Elleri zangır zangır titremeye tutulmuştur ve yeni sahne de pek iç açıcı değildir doğrusu: Herif spiker kızdan pandik alıyor gibi yapmaktadır, manyakça bir gülüşle... Bir uyarı daha, hem de ne biçim... Kayda girer çaresiz. Tam da o sırada herif bir anda kızın içine sızıverir. Kanalda da habere bağlantı gerçekleşir ve birden, kız delice bir kahkahayla gülerek dönüp kıçını açar kameraya. Sonra da yanına gelmiş Başbakan’ın üstüne atlayıp boynunu yalayarak yere devirir ve “Kees, kees!” bağrışlarıyla canlı yayın kesilip ne olduğunu şaşırmış ana haber spikerinin kekeleyen hali verilir ekrana.

FossurGama Filmcilik Gururla Sunar - Pornoko

Hasan evde bilgisayarın karşısına geçmiş yuvasını yapan bir kunduz gibi uğraşmaktadır. Hedefi yeni indirdiği bir pornoyu açmak ve işi bir güzel bitirip rahata ermektir. (Yönetmen, Hasan’ın ağzının kenarından süzülen salyayı tam da bu esnada kadraja alarak çocuğun içinde bulunduğu ruh halini bize açıkça gösterir. Arkaya da sıkı bir hiphop parçası (Jay Z) koyup herkesin aklına kıvır kıvır kıç kıvırtan melezleri çakarak seks duygusunu daha baştan yaşatıverir seyirciye. Titreyen el- yakın çekim, büyüyen göz bebekleri – bokunu çıkaracak kadar yakın) Açılır dvd. Manyak güzel bir kadın salonda kıçını bir oraya bir buraya sallayarak sıkıntı içinde yürümektedir. (Kül tablasından taşan elli kadar sigarayı izler kamera ve yerlerde yürüyen kadının peşinden de izmaritler devam eder. En sonda da bir pipo görünür. Bu yaşamdan artık zevk almama hissini seyirciye geçirebilmek için dahice bir yöntemdir.) Sonra kadın birden göğüslerini mıncıklayıp kesif bir çığlık atar. Seyircinin kafası da karışır tabi. Ama neyin ne olduğu az sonra açıklığa kavuşacaktır. Tavşan görüntülerinden sonra. (Seyirciye en önemli öğretinin sabır olduğunu göstermek için beş dakika boyunca mal mal kameraya bakan bir tavşan izletilecektir çünkü. Playboy’a atıf. Anlarsınız ya.) Ardından kadına geçilir ve o götünü ellemeye çalışan set işçisini kovalayıp rolüne döner. Artık dayanamamaktadır vücudunu ele geçiren ihtirasa. Kapıyı açıp bir kat üste çıkar ve komşusunun kapısını çalar. Yine çocuğun ablak yüzü girer kadraja. Sıkılmıştır haliyle ve filmi ileri alıp almamayı düşünmektedir ki kendi zili de çalar. Allah Allah deyip ve pantalonunu kıçına geçirip kapıya gider çocuk. (Para olmadığı için yapımcı orjinal müzik yapılmasına karşı çıkmıştır. Bu sahneye bir Hint filminden alınan şiki şiki pare şarkısı uygun görülmüştür. Yönetmen de oyuncusundan tam da kapının önünde şarkıdan bir kupleyi söyleyip özel bir kıç kıvırma hareketi yapmasını istemiştir.) Çocuk bu ayrıntıyı unutunca yönetmen koltuğunu bir yana kamerayı bir yana savurarak gelir ve salağın yüzüne iki tokat aşkeder. Böylece çocuğun devamlılığı da bozulur. Ya da şöyle de düşünülebilir, bundan sonraki sahnede yanaklarının kıpkırmızı olması aslında çok da garip bir şey değildir. Çünkü kapıyı açar açmaz karşısında az önce pornoda gördüğü karı çıkacak ve aynı tavırlarla, çok sıkıldığını, beraber oturup biraz laflayıp laflayamayacaklarını soracaktır. Heyecandan donuna işer çocuk ama bu asla belli olmaz. Çünkü sanat yönetmeni bu tehlikeyi önceden sezip kıçına büyük bir pet bağlamış, böylece ön tarafın da şişkin durmasını sağlamıştır. Neyse. Kadın içeriye gelip gelemeyeceğini sorar. Mazeretlerini anlatırken hızlı sarılır makara. Charlie Chaplin’le zevcesi tarzında salona geçerler. Birden yavaşlar görüntü. Kadın bacak bacak üstüne atmaktadır çünkü. Aman yarabbi. Brek brek, kees, diye bağırır yönetmen. İnsanlar terlerini siler, titreyen ellerinin kendisine gelmesi için oğuştururlar. Bayılan çocuk tekrar uyandırılır. Sete sızmış, şeyleriyle oynayan aşağı kahveden tipler kovalanır. Ve role geri dönülür. Çocuk haşırt diye ayağa fırlar. Kadına ne içeceğini sorup içeriye koşturur. Filmi biraz daha seyretmektir amacı. Neler olacağını öküz gibi merak etmektedir çünkü. Kaldığı yerden izlemeye başlayınca kadının kalkıp yanına oturacağını, bacağını okşayacağını falan görür. O sırada da kadın içeriden çağırır onu. Israrcı, o gelmezse kendisinin orada biteceğini ima eden bir ses tonudur bu. (Paralel kurguyla varoşlarda bir sokak gösterilir bu sırada. Yüzünden acı ve sefalet akan bir anne, kuru bir ekmeği dişlemeye çalışan safi kemik, acınacak durumdaki oğlunu eve çağırır.) Çocuk, ikinci seslenişte dvd’yi bir kez daha pause’layıp götüne neft yağı sürülmüşçesine salona koşar. Heyecandan, girişteki halıya takılıp düşer ama. O yerde yatar, kafasında da dvd’de böyle bir şey olmadığını düşünürken, kadın da dışarı çıkıp bir daha girmesini ister şuh bir şekilde, dudaklarını büzerek. Söyleneni yapıp yerine oturur çocuk. Sonra sırasıyla; kadın onun yanına zıplar, bacaklarını okşar, bir göğsünü dışarı çıkarıp terliğinden çıkardığı ayağını yukarı getirerek göğüs ucuyla oynar, çocuğun pantalonuna tükürür, saçını karıştırıp bir bit bulur ve bunu çocuğun tişörtünden içeri atar delice bir kahkahayla. O sırada çocuk da kendini ayağa atar. Kafası karışmıştır. Önünde delice soluyan, göğüslerini avuçlayan kadına bakar ve içinde bir ses ona içeri gitmesinin, dvd’nin gerisini izlemesinin çok faydalı olacağını söyler. O da aynı fikirdedir aslında ama kadın birden eteğini göbeğine kadar açar ve fikri değişiverir. Öylece sallanır ayakta. Kadının ikinci hamlesi yanda bulduğu ince uzun vazoyu alıp şey yapmak olur, işte yani, şey yapar. (Set işçilerinden biri, sahneyi izlerken gerileyip yanına gelen ikinci reji asistanı kızın kafasına çekici vurup kanepenin arkasına sürükler.) Ve çocukta akıl falan kalmaz. Pantalonundaki baskıdan cart curt dikiş atma sesleri duyulur. Bir daha duyulur o ses. Yönetmen yankının, derinliğin falan bokunu çıkarmıştır ve hiç bir şey anlaşılmaz. “Ha?” der çocuk ve kadın ayağını boynuna dolayıp çocuğu kendine çeker.
Ekran pembeleşir. (Yönetmenin kişisel tercihi bu yöndedir. Kimse bir şey söyleyemez.)
Tekrar açıldığında, kadının vampirleştiği ve çocuğu yediği görülür.
Bir daha pembeye bürünür ekran ve açılır açılmaz ekranda Tanrıya Kul Olanlar Korosu’ndan bir çocuk belirir. Ağlamaklı yüzü, şık kostümüyle bir ilahi okuyup seyircilerde oluşan pis, negatif enerjiyi yok eder.
(Bu film San Sebastian’da dördüncü, Moskova Film Festivali’nde ikinci olacakken, kargo servisiyle düşülen anlaşmazlık yüzünden yerine ulaştırılamamış ve Antalya Altın Portakal festivalinde birincilik almıştır.)

Fossur Gama Sunar: Anlık Şeysiler - Tramvay

Beyoğlu’nda tramvayda gidiyorduk. Önde ayakta dikilen şişko adam birden bağırdı. “Dikkaat” Telaşla oraya baktı şöför. Bir daha, bu sefer kondüktörün kolunu çekiştirerek seslendi adam. “Dikkaat, bir karınca.” Frene asıldı şöför. Savrulup zar zor koltuk saplarına tutundu insanlar. Kondüktör adamı yana itip aşağı atladı. Dikkatle ilerledi. Karıncayı tutup yana aldı, başını okşadı ve dönüp koltuğuna oturdu. Tekrardan yola koyulduğumuzda herkesin gözlerinden şarıl şarıl yaşlar dökülüyordu...

FossurGama Sunar: Anlık Şeysiler - Cami

Fatih’te bir cami. Namaz başlayacak az sonra. İmam mihrapta. Kafasını kaldırır. Şöyle bir bakar cemaate. Sonra elini ağzına götürüp öksürür. Ve herkes bir anda öksürmeye, osurmaya, üstünü başını düzeltmeye başlar. Yirmi saniye kadar. Elini havaya kaldırınca susar insanlar. Şimdi çıt yoktur camide. Böylece namaz başlar...

FossurGama: Anlık Şeysiler – Hakim Adam

Yol birden karışır. Bir kız avaz avaz bağırmakta, bir tip de pişkin pişkin gülmektedir. Pandik yemiştir kız muhtemelen. O an birisi, meraklı ama pasif yani işe yaramaz kalabalığı yarıp öne fırlar. İnsanlar şaşkınlıkla bakarlar. Hakem giysileri giymiş bir çatlak gibi görünmektedir çünkü. Biraz daha parlak, az daha moderndir giysileri. Müthiş bir karizmayla bağırınca izlenimlerini bir taraflarına sokarak susup az çekilir herkes. Kırmızı kartını çıkarıp herifin suratına yapıştırır o. “Çık dışarı,” diye haykırır ardından. Tıpış tıpış yürür herif başı önde ve kimsenin beklemediği bir şey yaşanır birden. Elini uzatıp bir şeyi tutmuş ve sanki sinema perdesiymiş gibi kaldırmıştır pandikçi. Dışarı çıktığı anda yeniden kapanıvermiştir görüntü. Şaşmaya bile zaman bulamazlar ama. “Dağılın,” der hakem elini kaldırarak ve tekrardan başlatır oyunu.

FossurGama Sunar: Bant Yayın

Araba varoşlarda, oldukça fakir, derme çatma binalarıyla dökülen bir mahallede durur. İçeriden şöför, muhabir ve bir kameraman iner, gerinerek etrafı incelerler. Yüzlerinde kendinden emin, gurur dolu bir bakış vardır. Evlerden dışarı dökülür on, on beş kişi. Etraflarını çevrelerler bir çabuk. Orta yaşlarda, iki büklüm bir adam hoşgeldiniz faslından sonra çekingen bir tavırla sorar. “Gurban, hele bu canlı yayın mı oluyir şincik?” “Yok beyefendi,” der kız öne atılarak. “Banttan yayınlıycaz daha sonra.” Birbirlerine bakar insanlar. Sonra birden saldırıp alaşağı ederler çırpınan çekim ekibini. Karga tulumba taşıyıp götürürler evlerden birine. Bundan böyle onlar tencereye, araba da kaportacıya gidecek, geriye hiçbir iz kalmayacaktır...

FossurGama Sunar: Çocuk Aklı İşte

Dokuz yaşındaydı yeğeni. Yolda yürüyorlardı. Küçük bir kız “Naaber,” deyip geçmişti yanlarından. Pişkince gülümsedi o. Utandırmak için alaycı bir ifadeyle sordu: “Manitan mı len Allahsız?” Yüzü falan kızarmadı yeğeninin. Bilmiş bir ifadeyle bakıp “Yok be, iki üç kere taktım yalnız,” dedi. Sonra önüne baktı suskun. Yutkunup dumur içinde yürüdü o kafasında bir sürü soruyla. Neler olup bittiğini anlaması için biraz zamana ihtiyacı vardı...

FossurGama Sunar: Rehine Krizi

Dolmuş köşe başında durur. Koca götlü bir kadın zorlukla aşağı inerken, orada ağaçların arasından üç tane silahlı, maskeli adam, sırtlarında torbalarla koştururlar ve dolmuşun içine atlarlar kadını bir yana savurarak. “İnin lan aşağı,” der keleşi tehditkar bir tarzla yolculara doğrultarak. “Aman abicim,” der şöför. “Nooluyor!” Suratında silahın dipçiği patlayınca kanlar içinde oturmak zorunda kalır fakat. “İnin laaan!” Zaten kimse beklememekte, insanlar daracık kapıda sıkışa sıkışa aşağı atmaktadır kendini. Dolmuşta üç eşkiya bir şöför kalınca, bağırır biri ve dolmuş son hız çeker gider. Orada şaşkın, elleri ayakları titreyek, bazıları bayılarak durur yolcular. Ve hemen olayı konuşmaya başlarla. Kimdir bunlar, tiyatrocu olabilirler mi, yoksa nedir? Aman tanrım! Yoksa El Kaide mi? Her kafadan bir ses çıkar. Olayı irdelerken bir vakit geçer ve tam da polisi aramak sonunda birisinin aklına gelmişken birden müthiş bir frenle önlerinde durur bir araç. Tüyleri ayaklara fırlayarak bakarlar. Bu kaçıp giden dolmuştur. Kapı açılır. Silah burunlarına doğrulur. “Binin lan!” diye bağırır eşkiya. Rehine almayı unuttukları bir süre sonra gelmiştir akıllarına...
Kaçıp gitmeyerek her Türk gibi muhabbete dalan yolcular gözleri yaşlı, tıpış tıpış binerler dolmuşa.

FossurGama Sunar: Vakit Geldi

Metroda tangırdayıp titreyen insan siluetleri. Sinirli yüzler. Geçmek bilmeyen saatler. Birden bir anons. “Sevgili yolcular, İstanbul için iftar vakti...” Akıp giden duvarlar, yanıp sönen ışıklar, açılan çantalar, ışıyan yüzler... Bir anons daha az sonra: “Şaka şaka, daha iki dakika var iftara...” Çiğnemeyi bırakan ağızlar, birbirine yönelen şaşkın bakışlar, sıkılan yumruklar...

FossurGama Sunar: Canlandırma - Ne Bu Şimdi?

Şimdi gözünüzde bir sahneyi canlandırmanızı istiyorum: Döküntü bir gecekondu mahallesi, çamurlu bir sokak. Sert yüzlü, saçları dökük, gözleri kan çanağı bir herif... Birisinin alnına silahı dayamış hiç durmadan küfür ve tehdit yağdırıyor. Karşısındaki ise basık ve şekilsiz kafası, çizgiye dönmüş gözleri, kaymış ağzından dökülen salyalarıyla muhtemelen bir mongol ve mütemadiyen kıkırdayarak koltuk altlarını gıdıklayıp duruyor silahlı adamın...

...